Cuma, Aralık 29, 2006

HAMİLE KART YAKİNİMDİR!

Hatta ta kendisiyimdir.Artık hem kartımdır,hem hamileyimdir!
Ve ben olsam bu blogun sahibine çoktaaan gıcık olmuşumdur!
Bu ne yahu,yazıcam diyor yazmıyor,bir haberim var diyor vermiyor...Gizem mi yapıyosun len bize diye sövesim bile olabilir bu Kıristil Kişisine...
Lakin kendim bizzat direk Kıristıl kişisi olduğumdan mütevellit,gerçeği yalnızca gerçeği bildiğimden,çok da kızamıyorum kendisine...Çünkü tüm iyiniyetiyle buraya o son postu yazıp 3 güne kalmaz yenisini yazıcam diye düşünse de aksilikler peşini bırakmamış,aha da işte yine koskoca bir ayı bloglardan postlardan uzak geçirmek durumunda kalmıştır...
Ancak artık tamamdır,yeterdir,yeni bir yıl kapıda iken,Kıristıl hanım bu ablogyal (asosyal de dense olur) hallerine son vermelidir...Çünkü artık özlem dayanılmaz olmuştuuuur!
Yani sanmayınız ki efem, caanım blog arkadaşlarımı sallamadım,ya da gizem falan yaptım...Ahan da işte tam 2 ay önce aşaaada futuuurafı görülen aletin bizi şaşırtan sonucuyla içine girdiimiz hamillik halleri beni bambaşka birisi yaptı çıktı...Midem bulandı,fenalıklar geldi, bilgisayar başında durmak ızdırap oldu, bi anda herşey ama herşey yalan oldu!


 
Olaylar tam Amerika macerası dönüşünde Ramazan bayramı arifesinde vuku buldu.Bu sebeple doğacak olan bebenin adının Remezaaaannn veyahut Arife olması gibi espiriler de yapılmadı değil...
İşte böyle süpriz bir biçime hayatımızı allak bullak eden hamillik durumu,benim gerek blog dünyasından gerek gerçek dünyadan geçen haftaya kadar uzak kalmama neden oldu.
Bambaşka bir insan olup çıktım anacım.Biri bana hamilliğin hele ki ilk aylarının insanı bu kadar yamultan bişi olduunu söölemeliydi ama,tek başıma tecrübe ettim, her gün şaşırdım!
Önceden uyarayım,bu yazı asla öyle duygusal bi yazı olamayacak.Hani hamilim, canım bebeğim modunda..Mesela geçen bir siteye bakıyordum,hamile ve bebeklerle ilgili..Bir köşe var, hamilenin günlüğü...Heh dedim,bakiim, kadın ne sıkıntılar çekiyor,başına ne geliyo...Aaa bi girdim, hamile bağyan, daha 4 haftalık canlıya ne mektuplar yazmaya başlamış...15 haftalık olduunda, 'dinleme cihazı olsa da senin neler dediini duysam canım benim 'falan diye bayaa konuşmaya başlamış yeni kendine gelen fetus kişisiyle....
Yani diiceem şu ki, ben buralardan ayrı kaldıım 3 ay hiç de bööle canım bebeem, bitanem falan modunda olamadım...Hala da diilim ve acaba annelik hissiyatı benden çook uzakta bişi mi diye merak da etmekteyim ama du bakalım!Hayır çok da duygusal bi insandım aslında ben , annamadım noluyo!
Ama şunu söliyebilirim ki hamillik hala benim için alışması acayip bi durum!
Hala bir kaç hafta sonra karnımda hareketler hissettiğimde korkudan ölcem gibi bi hissiyatım var, hayırlısı..Gerçekten yaa, sanki insan yutmuşun da içinden çıkmak istiyomuş gibi hareket edicek gibi geliyoo..korkuyorum!
Bööle işte, hasta ruhlu bişi oldum...Hem karnım şişiyo, hem duruma alışmaya çalışıyorum..Bi yandan mide bulantılarına göğüs germeye çalıştım o geçen 2,5 ay...
Sonra daha fenası karakter değişikliğime alışmak...
En gıcık olduğum hamile tipi oldum..Herşey kokuyo,herşey!Sigarayı bıraktım sırf kötü kokuyo ve midem bulanıyo diye! Ben, o kadar tiryaki insan...O kadar severdim sigara içmeyi,vallahi de midem bulandı kokusundan..yoksa bırakamazdım hamil de olsam..en azından 1-2 içmeye çabalardım..Ama şimdi evde sigara içilmesi bile yasak hale geldi!Koca eve geldiğinde o kadar alışmış ki sigara içmeye, içemeyince yemek sonrası saat 8de uyumaya başlamıştı ilk haftalaR!
Sonra en sevdiğim yemekler en sevmediklerim olmaya başladı...Bir hafta bayıldıım bişi ertesi hafta adını bile duyamayacağım bişi oldu...
Mesela ilk başlarda sadece limonata içebilirken ve bir sabah uyandıımda buzdolabındaki limonatamın dibine koca tarafından darı ekildiiini farkettiimde boşanma sebebi olacak kadar sinir sahibi olabilmştim ben...
Yani verdiim tepkiler de manyaklaşma sınırlarını aşmaya başlamıştı! He, sor şimdi limonata ile aran nasıl? diye...Koca isterse banyo yapsın limonatalarla umrum diil, sevmiyorum artık kendisini...(Limonatayı caaanım!)

Geceleri ter basıp uyku tutmadı bi ara, sonra bir ara sürekli uyukladım evde misafir varmış takmamacasına...

Kocanın nefes alması bile sinirimi bozdu bi kaç hafta...Düşman oldum kendisine...Sonra ona sinir olmam geçti, bir hafta annemle babama taktım kafayı..Beni sevmiior musunuz, beni beenmiyormusunuz modunda onlara küstüm o hafta!
Sonraki hafta Müjdikcanla Begocan'a gıcık oldum..Bizim evde toplandıımız bi akşam, kocalar gayet mutlu mesut bir odada play station oynarken, ben salonda önce Müjdikcanın saçlarına ellerimi az kalsın geçiriyordum,sonra Begocan'a tee çook eski yılların bir olayından bozuk atıp kızdım!Neyseki can arkadaşlarım da o manyaan aslında ben olmadıımı bildiler de hala görüşüyoruz kendüleriylen:)

He bu arada ben hamillik hallerine alışmaya çalışırken,önce Esruşum sonra da daha da süpriz biçimde Müjdikcanın hamillik hali devreye girdi..Şimdi iki yakın arkadaşımın da göbekleri şiştikçe çok eğlenceli günlere gireceğiz eminim!

İşte bööle psikolojik ve fizyolojik değişimlere ayak uydurmaya çalışıp, bi de kocayı bu duruma alıştırmaya uğraşırken,pek açamadım bu bilgisayarı ben...

Son postu yazdığımda tam kendime gelmeye başlamıştım ki..bi de gıda zehirlenmesi geçirdim! 1 hafta kalkamadım yerimden! Ama o kadar inanmıştım ki 3 ay dolduğunda mide bulantılarımın geçeceğine, gıda zehirlenmesi haftasında dolan 3 ayımla mide bulantılarını rafa kaldırdım gerçekten....İnsan inanınca oluyor demek ki!düşünce gücü!

Şimdi ise Maşallahım var, hormonlar yavaş yavaş sakinliyor sanırsam...Benim sinir hallerim azalıyor...Artık sakin,ve 'canım bebeğim' diye postlar yazabileceğim bir hamilelik dönemine girerim umarım!

14 Hafta 3 günlük bir hamilin yakınmalarını dinlediniz,geçmiş olsun!
15.haftada buluşmak üzere derken, hepinizin bayramı kutlu olsun mutlu olsun...Yeni yıl ise hepimize tüm istediklerimizi getirsin...Paraysa para, şansa şans, aşksa aşk, sağlıksa sağlık,bebekse bebek...ne varsa tüm dileklerimiz gerçek olsun!
Allah hepimizin iyiliğini versin emi!
Derrr öper, giderim...
kalın sağlıcaklaa derim!
ek not: geçtiğimiz zaman zarfında maillerine cevap veremediğim,postta yorumlara cevap yazamadığım,telefonlaşamadığım herkeslerden özür diler, bundan sonra İnşallah en enerjik halimle herkese yetişeceğimi bildirir,açılın Deli Hamil Kıristıl geliyor diye de eklerim!! Posted by Picasa

Cuma, Aralık 01, 2006

önce özetler!

Ekim başı yok olup aralık başı ortaya çıkan bir kişiliğin anlatacak çok şeyi olması gerekir değil mi!Evet var anacım, anlatacak çok şey var...Vakit bulsam ve bilgisayar başına daha önce geçebilsem daha önce anlatacaktım ama olmadı işte!
Haberler ve özetlere geçmeden evvel, son iki postuma; evet evet, ekim başı ve kasım başı yazdığım bana hiç yakışmayan havadissiz kısa postlara yorum yazan tüm en bi güzel arkadaşlarımdan o postlarda cevap veremediğim için özür diliyorum.Sebebini sona sakladığım durumum nedeniyle mazur göreceğinize inanıyorum.Sakın sondan başlamayın ama okumaya,bak boşuna mı uzun uzun yazıyorum!tamam işte anlatmaya başlıyorum!
Önce Özetler!
*KırisTıl Hanım Amerika'yı yeniden keşfederken dünya tatlısı bir arkadaşa daha kavuştu,pek güzeldi,pek hoştu!
*Kıristıl Hanım Amerika dönüşü koşa koşa Ankara'ya gitti, ama bu sefer bu gidişi blog arkadaşlarına haber veremedi..Sebebi azzz sonra!
*Kıristıl Hanım hayatının şoku ve acayip günlerini son bir aydır inişli çıkışlı olarak yaşıyor...Neden miii? devam edin efenim!
(hay kıristıl hanıma diyenler olabilir,haklıdırlar aslında tam da müsait olmuş o deyişe yani!)

 
Ekim ayının gayet güneşli güzel ilk günlerinden birinde,kalbim hop hop ederek gittiğim havaalanında müthiş seyahat ekibimizle buluştuk ve pek leziz yolculuğumuz da başlamış oldu.Ben demiştim ama taaa ne zaman! Ender iyi olacak ve yeni maceralara koşacağız demiştim,hakikaten koştuk da!
Uçak yolculuğu uzun sürse de, ben hiç uyumasam da korktuğum kadar sallantılı geçmedi ve güzel güneşli bir New York öğleden sonrasına dalıverdik,indiğimiz gibi o ilk gün...Böylelikle kilometrelerce yol katedeceğimiz seyyah halimiz başlamış oldu.Kiraladığımız araba ve daha önemlisi yolda yardımcımız, yol bulma sistemi pek başarılıydı.Biz ismini Mike koymuştuk bu sistemin,sağa dön düz git şeklinde,neredeyse hiç kaybolmadan ilk gün ilk durağımız Boston'a varıverdik.Saatler süren uçak yolculuğu ve sonrasında yine uzun saatler kullandığımız araba yolculuğu neticesinde epey yorgun düşen grubumuzun tüm üyeleri kalacağımız otele geldiğimizde ve odalara çıktığımızda sevinç çığlıkları atıverdi!Deliksiz bir uyku ve akabinde Boston'un soğuk ama güneşli sabahına uyanış...Akşamüstü yetişeceğimiz bir uçak olduğundan, panik halde hızlı bir Boston gezisi yapmaya çalıştık...Sabah pek müstesna,pek değerli,çok ünlü Harrr vıırd üniversitesi ve civarını geziverdik..Kahvaltıyı pek şirin bir kafede Amerikalı stili bagellar ve kahvelerle ediverdik..Sonrasında ise koştura koştura Boston'un ünlü ve gezilecek yerlerini gezmeye çalışıverdik.Ama ne akla hizmetse o gezinin tam ortasında eczane ve market karışımı benim en sevdiğim tükkanlardan olan WallGreens'e giriverince ilk resmi Amerika günümüzde, Boston'u gezmeyi unutuverdik!Manasızca, rujlar,ojeler ve dahi kremlere takılıp fiyat incelerken, saatin nasıl geçtiğini anlayamadık...ve karınlar da acıkınca pek heyecanla,Cheesecake Factory'de kendimizi buluverdik!İki ruj alıp bir çizkek yiyerek Boston'daki günümüzü bitirince üzüldük ama bir daha geliriz diye kendimizi avutuverdik...Ay aldık verdik,biz sizi yendik..bu nasıl bir anlatım yahu!Kurtuluyorum hemen bu veriverdik halinden!
Neyse efenim..Boston'dan uçarak Charlotte isimli sakin Amerikan şehrine vardık...Amerika'ya bu tarihlerde gitmemize sebep çok kıymetli arkadaşımız Adanalı Sarper'in düğünü olacaktı ve yaşadığı şehir burasıydı...Pek eğlenceli,değişik bir düğün törenine katıldık, az biraz alışveriş ve outlet turlarına başladık...Veee, araba kiralarken biraz vukuat da yarattık..tık derken, tım diyim bari tam olsun...Yarattım efendim...Ayrıntıları burada bulabilirsiniz...

Charlotte'ta kaldığımız iki gün sonrası, yolumuza devam ederek, uzun ve trafiksiz yollardan geçerek,Richmond'da mola verdik.Gece benim,kocanın,ve grubumuzdaki üyelerden Ender ve Sedef'in de çook eski arkadaşı olan Vala'nın evinde kalacaktık.Sağolsun Vala kardeşimiz,kendisi evde olmasa da anahtarını bize vererek Türk misafirperverliğini orada da yaşattı,buradan kendülerine teşkürü borç bilirim:)
İşte efenim,biz bööle Richmond'da bir gece geçirirken,yine bir alışveriş merkezi bularak gecenin bir kısmını oraya ayırmışken...Çok tatlı bir arkadaşım oluverdi o Richmond akşamında..Onu diyecektim Ben...Bir de mahçup etti beni,nasıl teşekkür edeceğim, ne yapacağım o güzel hediyeleri karşısında hala bilemem!
Salıncaktaki iki kişiyi de tanıdık efenim biz o soğuk Richmond gecesi..Banucuk resimlerinden görüldüğünden daha sıcak, daha tatlı daha da güzeldi...Kısa da olsa, bir kahve ve üzeri kısa süren bir akşam yemeği ile onu görmüş olmamın keyfi mutluluğu anlatılamayacak kadar çok güzeldi! Elimi kolumu sallaya sallaya gittiğim buluşmadan,nasıl güzel bir hediye paketi içinde bir sürü hediye sahibi olarak ama bir o kadar mahçup döndüm,anlatamam...Türkiye'den sadece koca kendimi götürerek bir incelik dışı hareket sergilesem de, bir gün ben de Banucuğuma kocaman bir teşekkürü daha güzel etmeyi becereceğim!


 

Böyle mahçup,sıcak,samimi ve güzel duygularla Banulardan ayrılıp,Vala'nın evine doğru yolaladık...Ve soğuk bir pazar sabahına uyanarak, yine bir başka macera atlatarak, yola çıkmayı başardık!

 
Washington'du yeni durağımız..Ve ben Washington'a bayıldım.Havanın da güneşli ve sıcak olmasının etkisiyle iki gün kaldığımız bu şehirde pek mutlu gezdim.Hayvanat bahçesine gitmemizin ve maymunlarla bir saat geçirmemizin,mutluluğumda payı büyük.Bize bu kadar mı benzer bu hayvanlar ya!

Sonrasında ise son durak New York-New Jersey idi...2 gün Ender,Gülay ve Sedefle gezdiğimiz New York'u daha sonra o üçlüyü uğurlayarak Serhat,Ekin ve Selen üçlüsüyle gezmeye devam ettik..Daha doğrusu Serhat ve Ekin çalışırken biz Selen'i de alıp kalan bir haftamızın tadını çıkardık...O kadar çok memnun oldu ki New Jersey liler orada daha uzun kalmama...Bir sokağa ismimi bile verdiler:)...İnanmayan kolaj resimlere iyi baksın! Ben onu daha sonra layık olduğu şekilde reklam yapıcam ama zaten!

Uzuun,güzeell,musmutlu bir tatilden sonra, dönüş zor da olsa mecburdu!Zira döner dönmez, üç gün geçmeden Amerika'da bize evlerini açan caaaanım Serhatımıza Ekin'i isteme töreni vardı!


 Resimde iri çıkmış olmasına rağmen gerçek hayatta pek diri insan Serhatcığımız ve güzel gözlü güzel yüzlü pek sevgili caanım Ekin'ciğimiz Amerika'dan dönüşün hemen akabinde Ankara'da sözlendiler ve hatta bence nişanlandılar...Biz de kamber olarak bu törende bulunduk, hatta 2 koca günü de Ankara'da, Anıtkabir'de ve bir takım eğlence yerlerinde geçirdik...

Sonra İstanbul'a döndüğümüzde Ekim ayı bitmişti efenim..zira bizim işler bitmemişti
...Bu sefer de biz 2 gün ev sahibi olduk Serhat ile Ekin'e..evcilik oyunu tadında:) Bir dahaki gelişlerinde düğünleri olacağından,bizde kaldıkları iki gün boyunca çiçeği burnunda nişanlı(bu tamlamayı da kullandım ya oley yani!) çiftimize düğün yeri baktık İstanbul'da...Ve pek de güzel olan çok da güzel olan düğün mekanını bulduk da!

Sonra ne oldu diyeceksiniz...E Kasım'ın başında döndüler bu çift geriye Amerika'ya...
Ben ne demeye kalakaldım o günden beri de, yazamadım peki ya!

Resim koyup öyle yazacaktım ama bu son resmi almadığı için blogger, tüm mazeretim...sebebim..bir sonraki postta !resmin anlam ve önemi var efenim!

eee postun başına bakıp sonunu okumaya kalkanlara da iyi oldu Valla!:)
söz bir sonraki post çok yakında! Posted by Picasa

Pazartesi, Kasım 06, 2006

kıristıl'dan dünyaya...dünyadan kıristıl'a !

Çok özledim blogumu, çok özledim blogumun bana kazandırdığı tüm dostları...
Aslında evimi de özledim çünkü uzak diyarlardan dönmüş olmama rağmen bir türlü evde oturma fırsatım olmadı...
Ne bilgisayara çok fazla girebiliyorum bu aralar, ne de evde oturabiliyorum...
Ne maillere cevap yazabiliyorum,ne kimselere telefon açabiliyorum...
İletişimsizliğim had safhada...
acilen bu durumdan çıkmayı bekliyorum...
Geliyorum İnşallah,sanırsam pek güzel haberlerle...
önce Amerika maceralarını fırsat bulup anlatacağım...sonra hayatımın blogumla beraber değişmeye başlayan kısmının en değişken halini bildireceğim...
hayat süprizlerle dolu...hep güzel süprizler yaşayalım e mi!

daha fazla geç kalmadan,hem sizlerin hikayelerinde kaldığım yerleri takip etmeye başlıyorum,hem de kendi hikayeme devam ediyorum...

bir kaç güne kalmaz burdayım efenim...beklerim:)

Salı, Ekim 03, 2006

gez göz kirıstılcık...:)

 

Yine aynı dörtlü, ve bir de bonus olarak ekibe yeni katılan Sedefçik, hedefimiz de gez göz arpacık:)
 
20 Ekim'e kadar tükkan mecburen kapalı arkıdeşlerim...Kıristıl kişisi Amerika'yı yeniden keşfe gitmekte...O koca ülkede,oradan oraya koştururken bi fırsat bulursam yazarım tabii de bu gezenti ruhumuzla zor gözüküyor...
 
Dönüşte bol bol malzeme birikecek nasıl olsa, hepsini sırayla anlatmak için sabırsızlanıyo olacağım...
Bir sonraki posta kadar ben sizi çok özliiciim, siz de beni özliin anacııım:) Posted by Picasa

Pazar, Eylül 24, 2006

Zeytin Dalı

 
Kavala mı güzel,Selanik mi sorusunun cevabını,Yunanistan turundan dönmüş babamla annem en ince detaylarına kadar anlattılar dün gece...
Atina'yı ve bilimum adaları daha önce gezip görmüş anne ve baba ikilisi,uzun yıllar sonra ilk defa Evliya Çelebi tadında araba ile yaptıkları kısa Yunanistan gezisi sonrası Selanik'i pek beğenmişler,Kavala'nın da temiz ve düzenli haline bayılmışlardı.
E,malum dedemin doğduğu topraklardı,kan da çekiyordu,seviyordu insan ister istemez...
Yunanistan sonrası Çanakkale,oradan da Ayvalık'a uzanmış,Ege'nin iki yakasının da güzelliklerine doymuş olarak dönmüşlerdi...
Ne kadar benzer iki milletti...He, üzülecek tek detay, Yunanistan annemin gözlemine bakacak olursak Türkiye'ye göre daha temiz bir memleketti...


 

Benim de yurt dışı ile çalışırken en sevdiğim,en anlaştığım bayim Yunan bayiimdi..
Michalis vardı ürün sorumlum,sabahları neşe ile arardık birbirimizi...Evlendiğimde de en özel düğün hediyem Yunan bayiimden gelmişti...Bronz,altın karışımı el yapımı bir zeytin dalı heykeli...Evim barış ve bereketle dolsun diye seçmişlerdi...Gözlerim dolmuştu paketi ofiste açtığımda...
Bir kaç sene önce,annemler gemi ile sadece bir kaç saatliğine Pire limanına uğradıklarında,bir pazar günü...Hiç tanımasa da annemi,babamı,tatil günü olmasına rağmen,üşenmemiş Atina'yı arabasıyla gezdirmişti bu Michalis bizimkileri...Yarı İngilizce,çeyrek Türkçe ,çeyrek Yunanca çok iyi anlaşmışlardı babam ve Michalis!


 

Hala telefonlaşır,mailleşirim tüm bayilerimle...Ama Yunanlı dostlarım en özeldir kalbimde..

Elbette aşırı milliyetçi,ırkçı,faşist Yunanlılar var Ege'nin karşı kıyılarında...Aynen bizim ülkemizde olduğu gibi...Geçmişi unutmamak lazım,o ayrı...Ama sadece geçmişte kalarak yaşamak da anlamsız...
En azından, tam sular yavaş yavaş durulurken,medenice aynı denizi barış içinde seyredebilirken iki yakadan, düşmanlık tohumlarını tekrar atmaya çalışmak mantık dışı bence..

 
Dün akşam , annemin Kavala'dan getirdiği, bizim un kurabiyesinin biraz daha farklı bir versiyonunu denerken evde çay eşliğinde, Survivor başladı tv'de...Yunan kurabiyelerini lüpleten bizim halimize gayet ironik bir şekilde...

Yunan ekibinin konuşmalarını duydukça hayretlere düştüm ben dün gece.Dünden beri 2 kere daha tekrarı verildi yarışmanın...Bizim ekibin, Yunanlı kızı ezme planlarını duydum bir de...'Ölse bu Yunanlılar umrum olmaz' dedi bir tane bizim yarışmacı...
Zaten kelaynağın boynunu kırıp,hayvan ölmemiş,can çekişirken boğazını kesen de bizim yarışmacılardı...
Çok acayip şeyler olacak sanırım bu yarışmada...İki hafta sonra,iki Yunanlıyı telef etse bizimkiler,ulusal kahraman sayılacak belki de...Çünkü öyle bir kurgu ile gösteriyorlar ki yarışmayı, en Yunan dostu Türk insanının bile ister istemez 'Heeeyt savulun bre kafirler,Türkler geliyor ' diye bağırası geliyor.

Tam karşılıklı dostluk temalı diziler falan çıkmışken piyasaya,ırkçılığı arkasına alarak reyting rekoru kıracak bir yarışma karşımızda...

Michalis'i arayıp,'nasıl koyduk Hellas'aaa Hellas'aaa Hellas'aa' diye bağırasım var!
Zeytin dalı bizim neyimize! Posted by Picasa

Cuma, Eylül 22, 2006

BİLGİ İŞLEM

ayvalı kapuska yaptım dün...pek güzel oldu.
Koca 'madem bu kadar güzel yemek yapabiliyodun biz niye bilmiyorduk bunca zaman' dedi...
Güldüm,'isteyince herbişiyi yapabiliyorsun demek' diye düşündüm.

Peki ben ne istiyorum?Bilsem,en mükemmelini başarmak için uğraşacağım...
Ama bir bilsem...

Perşembe, Eylül 14, 2006

Sıkıntı ve soğan kabuğu...

''Etrafa verdiğin pozitif enerji, sana etrafından topladığın negatif enerji olarak geri dönüyor'' dedi ,içim korkunç sıkılırken son çare olarak gittiğim kurşuncu Bengü Hanım.
Kurşun döken biri için fazla modern geldi bana ismi, ama zaten kendi de kurşun dökmediği anlar dışında gayet bizdendi.Çiçekli şık bir elbise,kot ceket,sarı röfleli saçlarında bandajıyla kafamdaki kurşun döken teyze görüntüsüne tamamen tersti!Sonradan öğrendik ki, kurşun dökme işi sadece haftasonları yaptığı bir şeydi,hafta içi ise turizmciydi!
Kendisine el veren teyze muhtemelen benim o hayalimdeki teyzeler gibiydi.El vermeden bu iş yapılmaz, önemli bir bilgi!

Geçen koca bir haftada, bir gece gördüğüm Gülse Birsel'li rüyanın akabinde başka bir gece Ayşe Arman lı rüya takip edince,ve bu rüyaların aslında kabus şekliyle bitmesiyle hafif hafif sıyırmaya başladığımı anlamıştım zaten.
İlk gördüğüm gayet dramatik rüyada, sanki her akşam katıldığım o tarz partiler varmış gibi, kendimi Nişantaşında eski bir binanın girişi gibi bi yerde,bi partide gördüm.Yanımda bir kaç arkadaşım, o sırada Gülse Birsel geliyor yanımıza..Ve ben,pek samimi olarak diyorum ki'Aaa selam Gülse'...Yüzümde bir gülümseme..Fakat Gülse pek öyle gülmüyor,hatta hiç gülmüyor ve gayet sert, 'hmm,demek Gülse,hanım falan denmiyor artık ' diye buz gibi bir ses ile yüzümdeki gülümsemeyi donduruyor.Ben gayet ezik uyanıyorum bu rüyadan.Ve ardından gelen günlerde gazete,ya da Tv'de bu pek sevdiğim isimi gördüğümde irkiliyorum,sevememeye başlıyorum hiç haberi yokken kadının bu rüyadan!
Aradan bir kaç gün geçiyor, bu sefer pek hareketli rüyamın baş konuğu Ayşaanım! Ama saçları acaip bir kahverengi olmuş ,yüzü çökmüş, o gazetedeki güzel resimlerinden eser yok halinde...Aaa, Ayşe Hanım diyorum,(Hanım diyorum,bir önceki rüyadan akıllanmışım!:)) 'saçınızı mı değiştirdiniz?'..Ama üzülüyorum,ne olmuş bu kadına böyle diye..O da hortlak görmüş bir ifadeyle bana bakarak 'evet,boyattım' diyor..Ama benden kaçmaya çalışıyor..Yanında da bir kaç gazeteci arkadaşı,kaçırmaya çalışıyorlar Ayşe Hanımı benden...Ben,'durum gitmeyin, ben çok seviyorum sizi, hık mık 'gibi yine ezik bir karaktere bürünüyorum...Mutsuzz,kendime sinir olmuş bir şekilde uyanıyorum o kabustan da!

Böyle abudik rüyalardan sonra,bir de asabi tepkiler vermeye başlayınca etrafıma...Dedim ki bana bi haller oldu...Tamam,heyecanlanabilirsin,gerilebilirsin hayatında hayal gibi gelen bir şeyi gerçekleştirmeye çalışırken...Ama,dur yaa..bu daha sadece bir başlangıç...Hayatının odak noktası bu olmamalı..Rüyalarımı kabusa çevirmemeli bu durum..Ki ben, her birşeye kolay adapte olan bir insan olduğumu sanırdım...Bu yepyeni dünyaya mı adapte olamayacaktım!

Ama bir endişe,bir korku hali..Dedim,panik atak falan oldum galiba!Nefes almak bile zor geliyosa...Kurşun döktürsem rahatlar mıyım acaba? ..diye düşünerek,pazar günü bir umut bekledik işte bu kurşuncu Bengü Hanımı...
Kurşun döktürmeye başlamadan,çok alakasız bir şey yüzünden kocaya bir paket sigarayı delirmiş gibi fırlatınca...Tamam dedim,bitti,kurşun bile çare olamayacak bu asabi manyaklığıma!

Ayin gibi başlayan kurşun dökme faslının daha en başında bende bir rahatlama...Üzerimden çıktı gitti sanki tonlarca ağırlık...Hele,olay tam olarak sona erdiğinde, tekrar oluverdim bir pamuk!Yüzüm yine gülmeye başladı,herşey yine güzel gözükmeye başladı...

'Herkesi kendin gibi sanıyorsun' dedi kurşuncu abla...Yüreğin çok temiz ama bu kadar açma kendini insanlara....
Dediklerini uygulamam belki zor ama en azından içim sıkıştı mı verdiği bir tüyo var,onu yapacağım!

Dün de, kurşun kesmemiş olacak ki,fala inanma falsız da kalma diyerek,bir kafede dizi dizi insanlara sırayla geçmiş ve gelecekten haberler veren bir arkadaştan yorumlar dinledim...
Şu an yapmaya çalıştığım işin aslında benim işim olmadığını,Ekim ayında farklı bir işe dalacağımı söyledi bu abi...Olur dedim,konu bensem,maymun iştahlı bir yay burcu..Mutlaka olabilir,bir dahaki aya başlamak için yeni bir heyecan illa ki çıkar,çıkmasa da ben çıkartırım!

Böyle kurşunlu,fallı,hafif uçuk günler geçiriyorum...Denize soğan attım,(berekettir,bereket!) kimse görmedi İnşallah diye içimden diliyorum.

Pazar, Eylül 10, 2006

arkadaş


arkadaş
Video sent by Crystalsdream
''ortak olmak her sevince her derde kedere
ve yürümek bir ömür boyu beraberce elele
olmasın hiç o ta içten gülen gözlerde yaş
bir gün gelip ayrılsak bile seninle arkadaş...''

mekan:marianın bahçesi
sebep:sucuun kutlu doğum partisi
vokalde:sucuk,ibo,namaste,poncik,gelincik,tunika,ezero,koyubeyaz ve kıristıl hanımlarrr

ne şahane bişi bu arkadaşlar:)

ek not: aralarda şarkıyı şaşıran hafif kart tonlu hatun sesini hafif alkole bağlıyoruz..bağlıyoruz di mi?:)

Cuma, Eylül 08, 2006

ilk yazı...çok değerlidir hatırası...:)

Geçen cumartesi çıkan ilk yazım ve gerisinde anlattığım ilk hikayemi gazeteyi o gün alamayan,bulamayan ya da yurtdışından gazeteye ulaşma durumu olmayan canım arkadaşlarım için buraya ekliyorum.Bir de,olur da kısa sürerse bu yazarlık maceram:),hatıra olarak kalsın ilk yazım burada diye düşünüyorum:)

Yazıya geçmeden önce şunu da bildirmek istiyorum ki,(konuyla ilgili gelen bir çok soru olması nedeniyle)şu anda piyasada sadece tek Tercüman vardır...Yani,o eskiden Ilıcaklar'ın kontrolünde olan Tercüman, piyasadan kalkmıştır.Maalesef ki,çok hatta neredeyse hiç reklam yapmayan bir gazete olduğundan bu Ilıcakların eli değmemiş Tercüman gazetesi, alakası olmamasına rağmen o hiç haz etmediğim ailenin ismiyle anılmaktadır.Ama yoktur öyle bir şey,şu an piyasadaki tek Tercüman, Çukurova Grubu bünyesinde bulunan bir gazetedir tıpkı Akşam ve Güneş gazeteleri gibi...Ve yeni yayın yönetmeni ile birlikte,eskisinden çok daha farklı ve geniş bir kitleyi hedef almış olarak, tam yol ileri devam etmektedir.

Bu bilgiyi de verdikten sonra,artık açıklayacak bişi kalmadığından,blog for ever,nüvspeypır when ever diyerek, sizlere sevgilerimi yolluyor,Haftasonları gazetede yine yeni hikayelerle bulunacağımı bildirip,Tercüman edinirseniz belki havam olur gastede diye ekliyorr,almassanız da canınız sağolsun efenim diyor ama içimden çemkiriyor:), sizi öpüyor,bu kadar uzun cümleyi toparlayamayacağımı anlayıp gidiyorum efem:)mutlu ,musmutlu haftasonları olsun e mi:)(heh tam buraya kuzucuklarım da yazsam tam adile teyze olucam yane!)

Cismimden sonra ismimle de ayan beyan ortaya çıktığııım,gazetedeki ilk yazımı takdimimdir):(hadi hayırlar olsuuun:))



Hoşgelecek miyim? Umarım!


Seneler önce,hem de epey sene (tamam yaşın çıkmayacak babacığım!)…Son Havadis Gazetesi’nde genç bir polis muhabiri…
Sonraki senelerde ise ergenlik ve genç kızlık döneminde bu eski polis muhabirinin babası olmasından ötürü, babanın o eski günlerden kalan ajanvari hallerinden okul bile kıramayan bir kız…

Seneler önce, hem de epey sene (uff, şimdi asıl benim yaşım çıkacak!) babadan intikal eden genlerden midir, yoksa yay burcu olmanın verdiği hayal gücünden midir bilinmez, ilkokulda hikayeler yazıp,resimlerini dahi kendi çizip hikaye kitabı çıkarmaya kalkan yine o kız…

Dışardan inanılmaz neşeli, etrafa enerji saçan bir hali olsa da, içinde birikenleri, sevincini,üzüntüsünü hep yazıya döken, yazarken çok mutlu olan ama girdiği üniversite sınavında kazandığı bölüm ile tamamen farklı bir yöne doğru giden, seneler sonunda bir bakmış ki deli gibi çalışan bir ihracatçı olan ama aslında yaptığı işin onu pek yansıtmadığını anlayan yine o kız..

Sonra, bir anda mutsuz olduğu işi bırakıp yurdundaki binlerce işsizdaşının arasına katılan,ama çalışmadan durması mümkün olmayan ve ansızın internette günlük yazmanın çok güzel bir şey olduğunu keşfeden, 9 aydır da uçsuz bucaksız bir dünya olan internette başına gelen türlü olayı,kafasına takılanları,gündemde canını sıkan ya da mutlu edenleri yazan,yüzlerce insanla paylaşan ve paylaştıkça yazmaya daha da keyifle devam eden işte bu kız…

Yani bendeniz; şans diyelim,kader diyelim ve de tabi ki kısmet, eğer olur da severseniz paylaştıklarımı sizlerle, bundan sonra yüzler değil onbinlere açacağım tüm kalbimi ve düşündüklerimi…

İnsan hayallerinden vazgeçmemeli bence ve her ne kadar her gün birileri kırsa da umutlarımızı; umut olmadan,bir amacı içimizde barındırmadan sabahları uyanmamalı…

İşte ben, her sabah yeni bir umutla başladığım her günümde, aslında seneler önce yapmak istediğim,girmek istediğim yola, 30’una merdiven dayamış bir halde yeni gireceğim belki de…Becerebilir miyim, başarabilir miyim, seneler sonra bu dünyada bir iz bırakabilir miyim yazdıklarımla , bilmiyorum ama çok istiyorum…

Bu sebeple o kadar heyecanlı, o kadar sevinçli , kafası ve hissiyatı karışık bir haldeyim ki Türkiye’nin en eski, köklü ve başarılı gazetelerinden birinde şu an bu satırlarımın yayınlanacağını düşünürken, ilk yazımın aslında en tecrübesiz ve beni tam yansıtmayan bir yazı olduğunun farkındayım…

Ama eğer bir yerden başlamam gerekiyorsa gazeteci olmak adına, Atatürkçü, milli değerlerine olması gereken değerini vermeye çalışan bir genç (evet 28 de hala genç bir yaş sayılmaz mı!) olarak günümüz Türkiye’sinde bir çok insanın kafası bu kadar karışıkken herkesin ortak paydası olan Atatürk Milliyetçiliğine sahip çıkan Tercüman Gazetesi en doğru ve beni çok şanslı kılan bir adres…Bu adreste olma şansını bana veren,çok değerli ustalar Behiç Kılıç ve Ufuk Büyükçelebi’ye tek diyebileceğim kuru bir teşekkür olmamalı.Onların bu tecrübesiz insana açtıkları yolu yılmadan yürümeli ve bana duydukları güvenin doğru hedefte olduğunu göstermeliyim…Umarım…Ummaktan öte biliyorum yaparım!

Çünkü Tercüman’ın da her gün yazdığı gibi…gerçekten her sabah dünya yeniden kurulur ve umutlar tazelenir, güne yeni umutla başlar insan…Yoksa umut olmadan yaşam mümkün mü ki zaten?

Peki şimdi, var mısınız, benim; bu bazen pek çılgın bazen de pek heyecanlı kişiliğin umutlarını, hayallerini,başından geçenleri dinlemeye?

Siz varsanız, bende hikaye,umut,heyecan çok…Anlatırım!



Kıvanç ‘tır benim adım, trajikomiklikte ben hep varım!

Eh madem anlatırım dedim,bi deneyelim bakalım!
Aslında her şey, benim adımın konması ile başlıyor! Gerçekten! Ben başıma gelen türlü komik,trajikomik ve ilginç olayların kahramanı olmamı tamamen ‘ismim buysa yaşayacaklarım budur ‘a bağlıyorum.

Niye mi?

Küçücük bi kız çocuğu düşünün, hem de üstelik tek çocuk (tek çocuk olmanın hayatı daha da zorlaştırması konulu kitap bile yazabilirim!) …Ve ismi Kıvanç…Kötü niyetli mahalle arkadaşların kızdırmak için ‘erkeeekk Kıvaaançç erkeeekk Kıvançç’ diye bağırabiliyor o zamanlar, ben küçük ve iyi niyetli bi kız çocuğu iken....Ve o zamanlar her sorana…’Aaa Kıvanç mı ismin, niye ki ,Kıvanç erkek ismi değil mi diyene’…bağırmak istiyorum...’Babam kız da olsa erkek de olsa ismimi çoktan belirlemiş ben doğmadan, kıvanç duyuyor işte benimle, daha ne!!!’
Biraz büyüyünce, bu açıklamama, ‘ hadi be ordan ,baban bal gibi erkek beklerken sen gelmişsin, o da hayal kırıklığına uğramış ama ne yapsın kızım oldu ama bari ismi erkek kalsın demiştir’ diye babamı ve annemi sorgulamama sebep cevaplar alıyorum!
O kadar etkileniyorum ki ismimin böyle konu haline gelmesinden o yaşlarda, hayal ediyorum, ismim ‘Deniz’ miş diye düşünüyorum, hem ne güzel ismim Deniz olunca gözlerim de mavi,saçlarım da sarı bir kız çocuğu oluyorum hayal dünyamda! Ama sonra büyüyünce aslında Deniz’lerin sarışın,mavi gözlü kızlardan oluşmadığını,gayet yoğun miktarda esmer ve erkek Deniz de olabileceğini fark edip, seviniyorum anlamsızca!

Çalıştığım işlerde temas halinde olduğum müşterilerin, özellikle sekreterlerin, sesimi duysalar da ismimi duyunca ‘Kıvanç Bey ay pardon Hanım’ demelerine aldırmamayı öğreniyorum sonra…Ama yurtdışı ile çalışmaya başlayınca Sırbistanlı bir adamla yaptığımız telefon görüşmesinden sonra ‘Mr. Kivang’ diye bana mail göndermesi artık ismim değil yoksa sesimde mi bi problem var şeklinde düşünmeme sebep oluyor bir zaman! Yoksa Sırp adamda da olacak değil ya ‘Kıvanç erkek ismidir’ önyargısı!

Fakat dedim ya, şu yaşadığım 28 yıllık hayatımda başıma mütemadiyen enteresan bişiler gelip,değişik insan tipleri beni buluyor ya…İsmim aslında benim kaderimi belirliyor işte…

Bir gün ; bundan 3 sene önce ofiste fellik fellik bir iş yetiştirmeye çalışırken gelen telefon ve o telefonda bana verilen haber ile Aziz Nesin’in karakterlerinden biri miyim acaba ben diye irkiliyorum!

Telefonda arayan babam, ve pek çok gülerek diyor kii…’Abblaa ‘ (burada babamın bana niye abla dediğini anlatamayacağım ama öyle enteresanız biz, babamın genelde hitabı budur efenim bana!) ‘Ablaaa şimdi bize bi yazı geldi postayla’…
Devam ediyor gülmeye…
‘ Evet baba ‘diyorum… Acele konuyu alayım,çok işim var ; ben gayet maaşlı memur, aslında bir köleyim o zamanlar!...

Devam ediyor babam ‘Heh ,şimdi diyor ki burada’ .(.Bak hala gülüyor!)…’Sen kaçak mışsın Ablacıımm! ‘

‘Ne kaçağı baba yahu’ diyorum ,olsam olsam kaçık olurum ben!
Babam gülmesine devam ederek patlatıyor Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz kıvamındaki bombayı!
‘ASKER KAÇAĞI sın ablaaa, aranıyorsun!!!!’

İşte o vakit ben gülsem mi ağlasam mı bilemiyorum.Çocukluğumdan beri benim canımı sıkabilen bu isim artık bana bunu da mı yapacaktı,Pes yani diyorum!
Ama nasıl olabilir ki bu, nüfusta kaydım belli, nüfus cüzdanımın rengi belli, aman yahu onu bırakın ben benim işte bariz belli, yoksa kızları da mı almaya başladılar askere, ben kaçırdım, kafamdan tonla soru geçiyor!
Fakat işte olabiliyor, konu bensem, başıma bu da geliyor, kütüğümün bağlı olduğu güzide bir Trakya ilinin bir belediyesindeki memur yine önyargısı ağır basıp ismi görüp cinsiyetime kendi kendine karar veriyor sanırım ve ben yoklamalara katılmamış bir kaçak oluyorum 25 yaşımda!

‘E baba naapıcam ben şimdi ‘ diye panik oluyorum,çünkü ofistekiler de duymuş, ardı ardına espiriler patlıyor..Tam o hafta da iş için yurtdışına çıkacağım , herkesin dilinde aynı kurgu…’Heh sen şimdi gidicen havaalanına, pasaport kontrolüne giricen, işte orada yakalayacaklar seni, diyecekler ki kaçaksınız efendim’..Ondan sonra alacaklar beni, alıkoyacaklar,gidemeyeceğim hiç biyere…Hatta abartıp kadın mı erkek mi bu diye kontrole sokacaklar seni diyen bile çıkıyor işyerimde…

Ben acilen duruma el koymak için arıyorum nüfusumun kayıtlı olduğu güzide Trakya ilinin belediyesini,birkaç doğru insanı bulmak için yapılan telefon görüşmesinden sonra ulaşıyorum doğru memura! Merhaba diyorum,ben Kıvanç…Asker kaçağı olan! Karşımdaki memur şaşkın, ‘Hanımefendi, ne kaçağı ne kaçağı??diyor…Ben de aynı şaşkınlıktayım ama ‘bu sorunu çözmemiz lazım’ diyerek 2 gün falan sürecek bir operasyona başlıyorum!

En nihayetinde, yazı gönderiliyor bizim evin bulunduğu semtteki karakola…Ben de gidiyorum oraya, elime yazıyı tutuşturuyorlar…’Aman’ diyorlar ‘bunu kaybetme,bu yazıyla gez!’ Bakıyorum kağıda.’ Kıvanç C.... askerlikten tecillidir..’’…Kalakalıyorum…Tecilli?? E muaf olmak daha iyi bir çözüm değil mi!


Bu aralar yine yurt dışına çıkabilirim, korkuyorum tecilim ya dolduysa , ya alırlarsa beni askere!!!


Demiştim ben değil mi! İsmimle başlıyor her şey, ve gerisi de kendine münhasır karakterimle birleşiyor! … Gülüyoruz sonra canım, iyi oluyor!

Gülün gülün siz de, gülmek herkese yakışıyor, bünyeye iyi geliyor!

Salı, Eylül 05, 2006

görmemişin köşesi olmuş,tutmuş bloguna koymuş:)

 
Herşeyden önce aşağıdaki postuma yorum yapan,yorum yapmayan ama arayan, aramayan,arayamayan ama içinden benim için güzel dileklerini geçiren herkese, bu pek acemi köşe kişisi nasıl,ne şekilde teşekkür edeceğini bilemez vaziyettedir, onu bildireyim istedim.

Her zaman yaptığım gibi yorumlara tek tek cevap yazacaktım ama köşe kişisine hiç yakışmayan bir şekilde tam da bu günlere denk gelen cılız bir internet bağlantısı söz konusu, yani sizin anlayacağınız bizim internet bağlantısı nanay,kaçak bir bağlantıyla bu postu bitirmeye çalışıyorum (Allah sizi inandırsın, tam 5 kere koptu şu satıra gelene kadar bu kaçak bağlantı!Böyle devam edersem zati anca kış köşesi sahibi olup,balkondan yağan karı seyredicem!)

Şimdi cumartesi sabahı gazetede yazısı çıkmış,hatta pazar günü de yazısı çıkacak bir insanın o ilk yazısı yayınladığı sabahki hissiyatını anlatmak istiyorum ben....

Cuma akşamı içine girdiği durumu hala tam olarak anlayamamış bu kişilik,kocanın 'hadi erken yatalım hemen sabah olsun' ana fikirli yoğun baskılarıyla,zar zor uyumaya çalışarak sabahı beklemeye başlar...
Cumartesi yağan yağmurla biraz karanlık bir sabah olsa da o sabah, Kıristıl kişisi için hayatının en ama enn aydınlık sabahından daha erken uyandığı bir sabahtır...
Saat 6.30 da ,hala görmeden inanmayacağı durum nedeniyle yollara düşer Kıristıl...Amanın bir de bakar ki evin yakınındaki 3 gazete bayii amca onun kadar meraklı değildir o saatte uyanmaya!Ama yılmaz bu kişi, devam eder umutla açık bir gazete büfesi aramaya...Bulur da...Gazeteler daha yeni gelmiş,henüz açılmaya başlamıştır paketleri o büfenin önünde...Sesinin kısık ve heyecanlı bir tonda çıkmasına engel olamayarak..'Tercüman' der,cümle bile kuramadan:)
Eline gazeteyi alıp,gazetenin yağan yağmurdan ıslanmaması için kendini siper ederek:) arabaya biner ve elleri titreyerek (gerçekten titredi yahu:)) gazetenin sayfalarını ışık hızıyla taraya taraya 'yok , galiba beğenmediler, çıkmadı yazım 'diye tam makus talihine küsecekken,13. sayfada...Kabak gibi resmi,ismi ve padişah fermanından hallice olan, içinin ne kadar dolu olabileceğinden pek emin olmadığım ama kendi çok uzunn o ilk yazısını görürr....Ağlamak,gülmek arası bir garip halet-i ruhiye ile o yazıya bakar, bakarr, bakaaar...(billur tuz da akar akarr akarrr,ıyy tamam pek salak bi reklam girdi araya!)

Editör bu ilk yazıda, artık beni pek sevdiğinden mi diyeyim,'pek üstüne düşmeyelim gider herhalde deli bu 'diye düşündüğünden mi diyeyim..Hiç ellememiştir yazımı..Daha doğrusu yazılarımı...Ben nasıl olsa keserler,dolduramam belki köşeyi endişesiyle 1 merhaba anafikirli , 2 de deli kıristılın anıları içerikli, toplam 3 yazı göndermiştim...Ama kesmeyi bırakın, '2 yazı birden,yanında da popcorn bizden' şeklinde , tüm kelimelerim,cümlelerim gerçek ve çok ciddi bir gazetenin içinden bana öyle bakmaktadır!

Ben ilk şoku atlattıktan sonra, normal yaşama dönmeye çalışsam da...Cumartesi de pazar da bambaşka bir boyutta kalmama engel olamam...Bir yandan herkesin okumasını isterim, bir yandan da kimse okumasaydı,kimseye söylemese miydim acaba diye kendi kendime çelişirim bu 2 gün...
Koca; arada dalga geçen cümleler beyan etse de, gözlerime bakıp sevindiğini belli eder, sevinmenin ötesinde bizim evde ve tüm arkadaş çevremizde yaşanan, koskoca bir şaşkınlık ve heyecandır aslında!
Sonra birden gazetede mail adresimin de çıktığını hatırlar,'amaan kim atacak daha ilk günden mail' diye yine de bir merak; kontrol için girdiğimde internete, daha ilk günden eş,dost,arkadaş,blogdaş larımın haricinde yeni,bambaşka insanlardan,beni henüz o gazetedeki ilk yazılarımdan tanımaya başlayan isimlerden mail geldiğini görürüm...Çığlık atasım vardır o an...Ne yapacağını, ne hissedeceğini bilememiş bir halde...Sadece çığlık! Korku,endişe,telaş,sevinç,şaşkınlık hepsi içiçedir...

Cumartesi akşamı biraz biraz anlarım...Neredeyim,ne yaptım,nereye adım attımm...
Peki emin miyim bu attığım adımın devamını getirebileceğimden...Üstesinden gelebileceğimden...Orası hala soru işareti bende...Hala yoğun bir endişe...Sevinç ve şaşkoloz halime endişe de eşlik ediyor bu günlerde...

Gelen çok sıcak,çok olumlu karşılama maillerinin yanında,öyle ciddi bir gazetede o kadar memleket meselelerinin konu edildiği köşelerin komşusu, benim gibi bir garip kızın ne işi olduğunu anlamamış 1-2 insanın maili de oldu...Beni de ürküten galiba bu...Kendimi bu kadar hızlı gelişen bir olaya tam hazır edememişim,neyim,nereye geldim,nasıl gideceğim...Tüm bunları tam bilememişim...Ondandı o ürkmem,farkettim...

Bir de, bu kadar aydır blogda yazmanın verdiği rahatlığın insanın dilinde biraz da olsa deformasyon yarattığını idrak ettim, o gelen 1-2 eleştiri maili ile beraber...
Şimdi tek endişem...Türkçe'yi en doğru şekliyle kullanmaya çalışırken, samimiyetimi ya kaybedersem!

Yapmayı dilediğim,hayal ettiğim bir sürü şey var bu yolda...Dedim ya, daha yolun çok ama çok başındayım,hem de bu mesleğe başlamak için hafif karta bile kaçtığım bir yaştayım!Hem arayı kapamak hem de en güzelini yapmak,ve yola devam etmek için çok çalışmam lazım!
Tüm endişem,tüm o garip duygularım ağır basması bundan...Yaparım,yapmalıyım.En çok istediğim şey bu değil mi hayatta?Yola koşarak ama sağlam basarak çıkmalıyım...

İşte tüm bu karışık halimde,blogum ve canım komşularım...İyi ki varsınız, iyi ki burada,yanımdasınız...bu kadar iç dökebilme lüksünü hiç bir yerde bulamam,bulamayız!

Beni izlemeye devam edin efenim, belki bişiler becerir bi işe yarayabilirim!Ya da hiçbişi olamazsam da anı olur güleriz!

ek not1: bu işten kazanacağım ilk parayla blogger partisi yapmazsam da noliim!
ek not2: Benim köşe sanırım adamdan sayılana :) dek internette yayınlanmayacağından,cumartesi ve pazarları ancak gazetenin kendisinde yer alcekktir!Bu çıkan resim pek gözükmese de, ben bizim bağlantı düzelir düzelmez,yazının daha görünür bi hali ya da direk kendini buraya koyucağımdırr..Ki herkes görsün di mi efenim neler zırvalamışım:)
 Posted by Picasa

Cuma, Eylül 01, 2006

Halka ve Olaylara Tercüman olarak Kıristıl kişisi!Nasıl yani?!

Kalbimin bu taşikardi kıvamındaki çarpıntısına engel olursam...iki kelimeyi bi araya getirip anlatıcam!

9 Ay olmuş burada yazmaya başlayalı...En yakın arkadaşlarımın bile bazen bilmedikleri duygularımı,yaşadıklarımı buradan paylaştım ,paylaştıkça daha çok keyif aldım, o keyfe devam ettikçe, muazzam güzel bir insan mozaiğinin içinde olmaya başladım.Ve ben her yazımı yazarken bir kez daha pişmandım, neden seneler önce şu işin eğitimini almadım ya da neden bir gazeteye gidip işin mutfağında ufacıkken pişmeye başlamadım diye...

Yazdıklarım dişe dokunur şeyler mi?Yooo,hatta tamamen benim hafif çatlak,başından olay eksik olmayan karakterimi yansıttığım zırtapoz yazılar bile diyebiliriz...Ama bazen sadece kafa boşaltmalık, ve hatta normal hayatta yaptığım gibi etrafa enerji verecek yazılar da olabilir bu hayatta...İsteyen okur,güler,geçer...beğenmeyen burun kıvırıp hayatına devam eder...Biraz olsun enerjimi geçirebilirsem yazdıklarımla okuyana şu stres dolu hayatta o da benim mutluluğum olsun istedim...

İşte böyle gayet geyik kıristıl modunda iken ben,hayallerimi hep devam ettirdim...Hatta bu hayalim yüzünden, gazeteye farklı bir şekilde yarım sayfa haber bile oldum,blog mağduru diye adım bile çıktı bir kaç ay önce...O dönem, deli misin, bırak bu işleri, kocaman kadın oldun artık sen dedim...Ama mümkün mü, burada kurulan enerjisi korkunç yüksek bağdan,en yakın arkadaşımdan bile bazen yakın olan blog arkadaşlarımdan ayrılmak , buradan paylaşmayı,yazmayı bırakmak mümkün mü? Değildi, olmadı da zaten...Fakat, ben hayallerimi kendi kendime kurmaya devam ettim,artık çok kimseye anlatmadan...

Ve belki de bir kapı açıldı işte şimdi bana...Lotoda büyük ikramiyenin çıkması gibi, senelerdir bekleyen karı-kocanın çocukları olacağı haberini alması gibi, ne biliyim işte benim yıllardır olmak istediğim kimliğe çok yakın olacağımı öğrenmem bunun gibi...

Gazeteci bir babanın kızıyım ama hiç bir zaman bu camiaya girmemi düşünmedi babam...Seneler sonra, belki hayatında ilk defa benim buraya yazdıklarımdan benim de çok sevdiğim senelerin gazetecisi arkadaşına bahsettiğini de bilmedim ben aslında...Ne zaman ki Behiç Amca arayıp blogumun adresini sordu o zaman öğrendim babamın aslında yapmak istediğim şeyin ne olduğunu anladığını...O telefon geldiğinde ben zaten heyecandan ne yapacağımı bilememiştim...Tamam yazıyodum buraya öyle ama,yılların gazetecisinin burayı okuma ihtimali hiç bir zaman aklımda değildi ki!
Sonra, geçen hafta daha da heyecanlandıran bir haber aldım,görüşmeye gidecektim yine başka bir usta olan Ufuk Büyükçelebi ile...O da okumuştu burayı,Aman Tanrım' dı durum benim için!

Ve, ben şu an kendimi çok ama çok şanslı bir konumda buldum...Talih kuşu buysa hepinizin başına konsun dilerim...

Türkiye'nin en eski,köklü gazetelerinden Tercüman Gazetesinde o kadar değerli ve usta ve de ciddi yazarlar , haberler içinde belki mahallenin delisi olacağım şimdi!
Ama hayallerim var benim ve bir yerden başlayacaksam, o hayallerimi en güzel gerçekleştirebileceğim bana,sana,hepimize aslında en hitap eden adreste olacağım şimdi!
Ülkemizin basın sektöründe çokça görülen yıkama yağlama gazeteciliğinin tam tersi bir konumda yer alan, Atatürk Milliyetçiliği'ne gerçekten sahip çıkan belki de tek gazete Tercüman...Yeni genel yayın yönetmeni Ufuk Büyükçelebi ise inanın beni bu çok ciddi gazeteye yazar adayı yapacak kadar gözü kara ve yeniliğe açık bir isim...Ben de yeni tanıdım ama bugün yaptıkları ve herkesleri atlattıkları haber ve resimler bile bunun kanıtı...

Dilerim, bu gözü kara yayın yönetmeninden ve tüm
Tercüman ailesinden, geç başladığım bu işte geç kalmadan arayı kapatacak şekilde gerekeni alır,öğrenir ve bu işin hakkını veririm...

Blog bana çok ama çok şey kazandırdı,en başta onlarca, yüzlerce güzel insan var artık her gün haber almassam merakta kaldığım.İşte şimdi, sesimizi blogun dışına da duyurma imkanımız çıktı...

Madem ki bu gazete halka ve olaylara Tercüman, o zaman savulun halkın düşmanları,savulun tüm canımızı sıkanlar, blogcular geliyor!
Belki de uzun zamandır kafamızı kurcalayan , ülkemizde yaşanan soru işaretlerine vereceğimiz tepkiyi duyurabileceğimiz fırsat bu olacak.Ne ise problemler, kıristıl söz veriyor, basında hepimizin sözcüsü olacak!

Blog hayatımızı değiştirir mi, hatta hayal ettiğim gibi kitlesel bir oluşum olarak tepkisini yüzler,binler değil, yüzbinlere,milyonlara gösterebilir mi, göreceğiz...

Dedim ya, gözü kara bir adam tanıdım, ailenizin çatlağı kıristıl'a kapı açtı, neden o kapıdan tüm aklımızdakiler,tüm tepkilerimiz geçmesin ki?

Bu kadar gaza gelip yazdığım yazının sonunu bağlamam gerekirse efenimm,eğer aman bu ne zırvalıyo dimezse insanlar, cumartesi ve pazar günleri Tercüman'da devam ediyo olucam başıma gelenleri anlatmaya! Merak ederseniz, gerçekten bekleris efenim,bekleris:) Hatta çok zırvalamayayım diye dua ederseniz daha da seviniris:)

Umarım yolum açık olur, umarım çok da beceremediğim ev kadınlığına sonsuz çözüm olur!
Yanımda olun nooluuuur:)

Perşembe, Ağustos 31, 2006

'Heyecanlıyımmm, daha yolun başındayıım!

hep yanımda ol sanki rüyadayıımm...'
diye devam ederdi çocukluuğumun bebek yüzlü tatlı şarkıcı kişisi Bırak Kıt cıımm...

Şu an hissiyatım ancak böyle ifade edilebilir ..aynen başlıktaki gibi...
Ben zati mütemadiyen heyecanlı bi insanım,her gün yeni bişiler buluyorum heyecanlanacak,bazen boşa heyecanlanıyorum bazen de çok iyi oluyo bu helecan fırtınası halim...

Şimdi umarım boşa değildir heyecanım...
Umarım minicik de olsa hayallerimin yanına yaklaşmışımdır...
Ve umarım, becerip de devam edebilirim bu hayalini kurduğum ama şimdi gerçek olabilecek kadar yakın olan yola...

Blog insanın hayatını değiştirebilir mi?
Görücez:)

yarın herbişi daha açık ve net olduğunda...
çenesini tutamaz kıristıl tabii ki anlatır...

şimdi heyecanlıyım...
sadece heyecanlı
ve yolun başında:)

Çarşamba, Ağustos 30, 2006

Duvardaki Resim

 

Okulda tam tahtanın üstünde duran resmine hep gözüm takılırdı,o derin bakan gözlerine bakakalırdım.Sanki canlanırdı o resim her baktığımda, her an konuşacak gibi bakardı 'O' resimden bana. Hani okullarda 2-3 tane bilinen resmi vardır Ata'mın, işte o resimlerden biriydi benim de bakıp takılı kaldığım.
Her baktığımda içimi hüzün kaplardı,neden şimdi yok 'O' diye...Dedeme hep anlattırırdım 'O'nu gördüğü anın hikayesini...

Şimdi yine gördüğümde o resimleri,bakıp,daha da değişik düşüncelere dalıyorum.
Onun mezarında kemiklerini sızlatacak olaylar,kişiler çoğalırken, ben hiçbişey yapamadığımla kalıyorum...Ve bu bişeyin ne olduğunu kestirememek daha çok üzüyor beni...Çözümü bir bulsam, içim daha rahat bakacağım o resimlere...

30 Ağustos'ta bişey yazmak bir çözüm değil olanlara bitenlere karşı ama belki bireysel de olsa bir cevaptır diye düşündüm...

Onu anlamayanları, onu tanımayan, tanımak istemeyenleri, onu sevmeyenleri hiç anlamasam da keşke bu resime bakarken hissetiğim duyguları hissedebilse onlar da diye umdum bi an... Ne güzel bi his insanın ATA'sının olması, o ATA'nın ve atalarının yazdığı tarihte büyük bir zaferin olması, o zaferlerle ATA'nın bıraktığı bir vatanı olması...
Bir anlasa keşke onlar da...O zaman geleceğimiz çok daha berrak olacak belki de...

30 Ağustos Zafer Bayramı 'nı daha içten , daha coşkulu, aynı küçükken okulda kutladığımız gibi heyecanla kutlayacağımız günler olur umarım..Yoksa vicdan azabım beni yiyip bitirecek... Posted by Picasa

Salı, Ağustos 29, 2006

buyazbeyazbuyazbeyazbuyazbeyaz:)

İtiraf ediyorum...O kadar maceracı bi ruhum olmasına ,deliler gibi gezmeyi sevmeme ve dünyanın dört bi yanını gezmek için yanıp tutuşmama ve imkan dahilinde bunları yapmaya çalışmama,vakti zamanında cesaretimi kanıtlamak için 3000 küsür metreden atlayarak yapmış olduğum yamaç paraşütüne ve dahi epey bi sene havaalanında çalışarak uçaklarla her türlü yakın olmama,şahsen tanıdığım bi sürü hostes ve pilota rağmenn...ben uçaktan korkuyorum..Hem de bazen çok ama çok korkuyorum!Öyleki uzun uçuşlarda hadi neyse ilk 40 dakikayı motorun sesini dinleyerek ve bildiğim bütün duaları ederek geçirip sonra alışıyorum ve geriye en azından uçmanın keyfini çıkarabileceğim biraz zaman kalıyo ama istanbul-izmir veya istanbul-antalya gibi maksimum 50 dakika süren bi uçak yolculuğunda uçuş benim için bir kabus haline geliyor!Motorun sesini dinlemek ne demek,uçak mühendisimiyim ki ben motordan anlayayım di mi! Yok ama ben itinayla motordan gelen her sese bi anlam yüklüyor,hatta bazen sessizlik olursa hostesi çağırıp ''pardon uçak durdu mu ''gibi anlamsız sorular bile sorabiliyorum,karşılığında hostes gevrek gevrek gülüyo ve rezil olabiliyorum ama olsun,sebebim var kardeşim,ben bi türlü uçak olayına güvenemiyorum!
Geçen sene yaptığımız Amerika seyahati öncesi yaşadığım gerginliği,stresi anlatmam mümkün değil ama sabah uçak öncesi evde yaşanan sahneye bi değiniyim: koca; valizler elinde kapının önünde duruyo,ben önümde dua kitabı ,bilmem kaçıncı kez 'Yasin' suresini okuyorum ve dua okumaktan havaalanına neredeyse geç kalıyoruz!...Keşke her zaman böyle dualar okumaya zaman ayırsam ve keşke yukarılara yakın olucam diye sadece uçuş öncesi veya önemli gün ve haftalar dışında da dinimin gerektirdiklerini yerine getirsem...Neyse..ama işte uçuş öncesi hep böyle bi acayip ruh hali..son yolculuğuma çıkıyo dinginliği ve paranoyası, uçağa bindiğimde etrafıma bakıp gördüğüm insanlara kader arkadaşım olarak kabul etmek,yaşlı,başı bağlı teyzeleri görüp sevinmek(!) sanki teyzenin duaları sayesinde uçağa bişi olmayacak sanacak kadar sersemleşmek!...Bu halime,bu paranoyama ve hayal gücümün uçaktayken bana hazırlayıp zihnimde yaşattığı korku dolu sahnelere nası bir çözüm bulurum,bulur muyum hiç fikrim yok fakat genelde çoğu arkadaşım,hatta hemen hemen hepsi..her halimin çok bariz bilinmesine rağmen bu korkumu bilmez...Galiba çılgın benden beklenmeyecek bir korku olduğundan...ama durum bu..korkunun ecele faydası yok biliyorum,eceli bırak,bana zararı da çok ,bu kadar çok gezmeyi severken...

İşte bu haftasonu o kadar çok güzeldi ki, uçak korkum ve uçakta içimden geçirdiğim''bu defa son,hayırlısıyla bi iniyim bi daha herbiyere arabayla gidicem anasını satiim'' düşünceleri haricinde, herbişi rüya gibiydi...
 

Canım arkadaşım,Begocanım ile pek muhterem kocası Erkuş'un bizler daha genciz heyecanlıyız dönemindeyken gözleri aşk ile parlayarak atıldıkları ve 9 ay önce bir de dünya güzeli Berruhanım meyvesi veren evliliklerinin üzerinden 6 sene geçmiş olması sebebiyle...Erkuş Bey in Begocan'a süprizine biz de dahil olarak Antalya'ya gittik bu haftasonu...

Kendimizi 2 gün boyunca bambaşka,gerçek hayattan çook uzak tam bir tatlı hayatın içinde bularak kimilerinin aslında hep öyle yaşayıp da kıymetini bilemedikleri ya da kanıksadıkları pek muhteşem ,şaşaalı bir yaşamın ortasında çok eğlenceli,bol kahkahalı 2 günü dolu dolu yaşadık,evlerimizden bereket,huzur ve sağlık eksik olmasın diye de dileyerek hep...

Süprizi hazırlayan Erkuş Bey, süpriz mekanı olarak Antalya'nın içinde yer alan o çok meşhur Bembeyaz otel'i seçmiş,kendisini bir kez daha takdir eder,sevgilerimi gönderirim.
Otel hakikaten beyaz...bembeyaz..Hatta aslında o kadar beyaz ki içine girince ,hele ki resepsiyona doğru ilerleyince kendini hastanede sanabiliyo insan..Çalışanların üzerleri de beyaz olunca böyle biraz bilim kurgu filminin içine de düşmüş gibi hissedebiliyo ilk etapta...Ama en zoru koca için oldu,otele adımımız attığımız an biz o beyazlık içinde gözlerimiz görüntülere alışmaya çalışırken, kocanın gözleri yaşlandı,ben aman bu duygusallık nerden çıktı kocacık diye takılacakken,aklıma geldi,benim canım koca,beyaza bakamazdı ki! Yani şöyle ki, bu bembeyaz ortamlarda oluşan bişi, bu açıdan biz dağa kayağa falan gidemeyiz,bırakın kayağı ,kar yağdığında bile kara çok çıkamayız çünkü kocacığın gözler hassaslaşır,akmaya başlar hemen...İşte otel öyle beyaz ki kocanın gözler yine etkileniverdi,aman dedik kalamayacağız galiba bu güzide otelde! Neyseki sonra odamızda çıktığımızda beyazlığı kıran aynalar,efendime sööliim harika bi deniz manzarasıyla bezeli balkon falan olunca, e dışarıda havuz veya deniz kenarında yine beyaz hakim olsa da yeşillik ve mavilerin de bol olması kocanın gözlerini rahatlattı da biz de otelin tüm özelliklerini görmüş ve tecrübe edebilmiş olduk:)


 
Sabah erkenden otele vardığımızdan koca bi Cumartesi günü bizi bekliyordu,biz de çok bekletmeden, kendimizi bu güzide otelin daha da güzide biiçine atıverdik.İsmi ve işletmesi İstanbul'daki çok ünlü bir restaurant ve gece klübü ile aynı olan bu biiç gerçekten pek havalı ve kokoş bünyelere iyi gelecek cinsteydi..Tüm otel ve odalarda uygulanan herbi köşeye beyaz havlu çarşaflı döşek atma geleneği bu havalı biiçte de mevcuttu ve evimizde de en sevdiği köşeler döşek ve koltuklar olan kocacığım ve bittabi arkadaşı Erkuş Bey'e de bu bembeyaz yatak döşekler çok iyi geldi..Hemen yaydık kendimizi bu döşekleree, ve başladık müzikler eşliğinde etrafı kesmeye...Bu arada servis gerçekten çok muazzamdı,Begocan ile kendimizi magazin dergilerindeki sosyete mensupları gibi hissetmediysek nolalım:)Hani şööle söyliim, en son yine 1 kere kazara geçen sene Bodrum'da yolumuzun düştüğü başka bi sosyetik biiçte içtiğim Mojito isimli içki,burada benim diet colam gibi oldu aman da pek havalı anlatamam:)
İşte böyle pek sosyetik saatler geçirirken biz,bi yandan da etrafta bulunan muhtelif insan manzaralarıyla eğlencemize eğlence kattık..Mesela ben poponun bi tarafından başlayıp diğer yarısına devam eden yazılarla bezeli dövmeyi gayet canlı hemen önümde ilk defa burada gördüm...Ya da göğüslerini özgür bırakmış ablaların hoppidi hoppidi o özgür göğüsleri bi o yana bi bu yana sallamalarına canlı şahit oldum ve akşamüstüne doğru gördüm ki biz 2 karı koca, tam bi erkek muhabbetinin içinde bulmuşuz kendimizi..''amanın şunu gördün mü,yok yok sen şuna bak nasııııı'' şeklinde işaret cümleleri ile biiçte incelemediğimiz bağyan kalmadı sayın arkadaşlarım!Ama inanın çok eğlenceliydi,vallahi billahi zerre kıskançlık,ufacık çemkirme yaşamadık böyle modern bi yapıda kocalarımızla kız muhabbeti yaparken:)
Tabi, biiçte denize girmek günümüzde ayıp bişi olsa da, biz bol bol mavi bayraklı bu sahilde denizin keyfini de sürdük..He, mayokinili ve fönlü saçlı ablalar kınamıştır muhakkak ama yaptık bööle bi hata be işte:)
Cumartesi gecesi olduğunda denizden,güneşten yorulmuş olsak da bembeyaz odalarımızda çok vakit geçiremeden ,zaman eğlence ve kutlama zamanı olduğundan yemeğe indik hızlı bi duş ve hazırlanma faslının ardından.Otelin beyazdan tek kurtarılmış ama bu sefer de alabildiğine kırmızıya boyanmış ve adı da kırmızı olan bol klimalı restaurantında oturmayı reddederek çok sıcağa rağmen dışarıda,açık havada,mum ışığında yemeğimizi yemeyi tercih ettik.Çok bilinçli ve ''açık büfenin oyununa gelmicem'' gayesindeki insanlar olarak tatlı bölümünü malesef pas geçemedik ve biraz bilinçsiz tüketimle tatlıları midemize indiriverdik.!Amanın ne ettik biz diye yediklerimizi farkettiğimizde apar topar restauranttan ayrılarak accık sahile yürüyüşle kendimize gelmeye çalıştıkk..Fekat yediklerimizin etkisinden midir,sıcaktan mıdır,sahildeki biiçin gece klübü olmuş halinde çalan grubun fena halde slow parçalarından mıdır nedirrr, şezlonglarda mayışıp kaldık gecenin geri kalanında..Ama o da güzeldi,keyifti,güzel bi Akdeniz gecesinde sakin bir müzik dinletisiydi...
Ve gece yarısı olup da odalarımıza çıktığımızdaaa,çok muhterem Erkuş Bey'in kendi hanımcığına yaptığı süprizin devamında odaların da süpriz bi romantik hal almış olduğunu görüverdik... Kırmızı mum ve gül yapraklarının yıldönümlerini kutlayan canım arkadaşlarımın odasının dışında bizim odamızda da yer alması kocanın da bana süprizi oldu,önce pek bi sevindik..Ama sonra kocaya hafif kızdık,bu mumlu süprizi sadece Begocan arkadaşım yaşamalıydı,o heyecanı tekil kalmalıydı,bu onun gecesi diye...Sonra kocaya sarıldık,saçma bi kızgınlık olduğuna karar verdik ve bu haftasonu için,aslında herşey için,benim canım kocam olduğu için kendisine teşkür ettik ve huzur dolduk:)

Pazar günü de erkenden uyanarak kendimizi önce pek leziz bir kahvaltı ve sonra deniz& güneş ve mayokinili biiç ortamına attık...Günün benim için en eğlenceli dakikaları Begocan ile jet-ski olayında yaşandı...Ben böyle bi gülme krizi ve akabinde yaşadığım komediyi epeydir yaşamamıştım,iyi geldi..Nitekim suları yararaktan bi havalı sürüş tekniği geliştirdim o jet-ski tecrübesinin sonunda tü tü tü Maşallah diyim ben burdan,Gökhan Özen bi daha kaybolsa jet-skiyle, engin denizlere açılır bulurum kendisini,o derece:)

 

Sonra daaa,bence günün en paparazzi olayı yaşandı tarafımızca..Tam artık otelden ayrılma vaktimize yaklaşılmış,akşamüstü saatlerine girilmiş,biiçte mayokinili kızlar iyice süslenmiş olarak parti havasına girmişş ve tamtamcı abiler en bi hareketli parçalara canlı olarak tamtamlarıyla eşlik ederkennnnnnnnn, otelin o beyaz haline en uygun ünlü şahsiyet olan Beyaz abimiz göründü denizden çıkmış en ıslak haliyle!
 
''Aman'' dedim Begocan,''resim çekmek lazım resiimm!'' Ve fakat ben öyle resim çekicem diye gidip karizmamı bozacak diilim,ayıp biliyorum ama çaktırmadan çekiim ben bu Beyaz'ı!..İşte ben bi heyecanlan, ajantirik pozlarla takıl o parti ortamında,malesef o kadar çaktırmamaya çalışıp yamuk yumuk resimler çeksem de,kabak gibi Beyaz efendiye yakalanıverdim,aha da 2. resimin titremesi ve flu çıkması ondandır...O kadar kasmama rağmen,Beyaz efendinin sırıtıp,ah burda da buldu hayranlarım beni yüz idadesi de canımı ziyadesiyle sıkmıştır..Ki o dakkadan sonra kendisinin bulunduğu taraf yeryüzünde hiç varolmamış gibi yapmam da kariması çizilen Kıristıl'ın kendini kurtarma çabalarıdır:)

Heh,resim çektin de nooldu,paparazzilik bi durum varmıydı diyenlere de anlatcak gözlemlerim olmuştur elbet ama Beyaz abimiz kızmasın diye buradan da bişi anlatmıyorum görün bakın ne kadar seviyorum kendülerini:)

Velhasılll, 2 günü dopdolu ve bembeyazzz :) yaşayarak güzel anılarımıza anı kattık,ve uçakta da problem çıkmadan(!) evimize dönüverdik...Bu kadar uzun yazınca iyice masal gibi oldu bu yazı,efenim gökten de 3 elma düştü, biri begocan ile erkuş'a (nice güzel mutlu günleri beraber paylaşmak için:)), biri sayın okuyana(bunca zamandır çene düşüklüğümde kısa yazamadığım yazıları okuduğun için!) bir diğeri de bana, artık profiterolü falan bırakıp diyete başlamam için!!! Posted by Picasa

Perşembe, Ağustos 24, 2006

Dağ gibiyimmm,taş gibiyim vallahi kayış gibiyim!!! :)

 

Neredeyse tüm yazı gayet oricinaal,kendi doğal halimle hiç makyaj yapmadan geçirdim...
Zati marsık gibi yanmıştım,bi de bu sıcakta ne sürecektim yüzüme boya,püsür...
Ama insan işte,böyle süslü püslü olmaya alışıp bi süre ara verince boyanmaya,2 ayda bir azıcık bişiler sürünce yüzüne,kendini gayet iyi hissediyo..Kokoş olmaya görsün bünye..
İşte ben de geçtiğimiz cumartesi gecesi, pek güzel geçmiş bir kızlar toplantısı gecesi ertesi, kocaların da gayet eğlenceli geçen akıllara zarar geleneksel erkekler beyin ziporu akşamından (unutmadan bu beyin ziporunu da anlatiyim birazdan) sonra yanımıza dönmesi ile iyice şenlenerek,gideceğimiz yemek öncesi Müjdikcan'ın bronz makyajından heveslenip kendimi accıık boyuyip,pek bi güzel hissettim ve salınarak girip oturduğumuz masada,''hayat ne güzel,hava ne şahane,yaşamak ne güzel şey'' diye düşünürkennn..çok canım arkadaşım Müjdikcan'ın..Begocan ile benim yüzümüze bakıp..''gözlerimizin altında çizgiler var kızııaammmmm'' demesiyle irkildim!
Önce dediğini tam anlamadım,başka birine söylüyo falan sandım..Yok..gayet bize bakıp,bize söylüyo..E,ama ben aynaya bakmıştım ki ,çizgi falan görmemiştim ki,hem daha yaşım kaçtı ki..gözümün altında çizgi niye olsundu ki!!
Dönüp her zaman beni sakinleştiren diğer en bi canım Begocan'a sordum..''Yok diğ mi çizgi bendee..yok diğğ mii??'' Begocan gayet pozitif..''yoook '' dedi..Ben de dönüp çok bilmiş Müjdik Hanıma '' bak işte yok bende çizgi '' dedim..Müjdikhanım en sakin haliyle,''var işte var,bak Bego'ya'' diye ilgiyi Begocan'a çekti..E baktım,hakkatten var canım arkadaşımın göz kenarlarında biraz çizgi...''Hmm,evet Bego,sende çizgi var yahu'' diye satıverdim arkadaşımı o dakikada:)Ama vardı,napiim! E ben onu der demez,Begohanım da,''e kızım sende de var ki'' diye 2 dakika önceki beni sakinleştirdiği cevabını değiştiriverdi..Ondan sonra aldı mı bizi bi kaos..Dönüp,tüm bunları başımıza saran Müjdik hanıma..''Eh bak sende de varr,gülünce bisürrüüü'' dedimm..O da hemen cevabı yapıştırdı,''var tabii,ama bende gülünce,sende hep!!!!'':)
Allahım,ondan sonrası tam bir zırvalama! Tek tek enn yakından göz resimleri çekmeler,dünyanın en mühim işi gibi o resimleri incelemeler...
Bu arada bunu dile getiren Müjdikhanımın demek istediği şuymuş asıl...''Yaşımız 30 oluyo,gözlerimiz artık kırışmaya başladı,ne etçeksek yapalım,önlemi neyse alalım,aha da yaşlanıyoz ulen silkelenelim kendimize gelelim'' temasındaymış bizim hanım!

Eh be canım, ben o dakkaya kadar, hiiç ama hiiç farketmemiştim ki bizim de yüzümüzün bi gün kırışacağını,çizgilerin oluşup geçen yılları temsilen yüzümüzde izler bırakacağını...Benim içim hala kıpır kıpır,30 seneye yaklaşsam da bu dünyadaki yaşamımda, ruhum hala 20leri terketmiyo..Neetcem ulen ben bu bedenimi takip etmeyen ruh haliyle!Hele bi de görünmeye başlayan çizgilerle!
Tam bu kaotik düşüncelerle ve ortada dönen geyik muhabbetinin her anına yetişmeye çalışan en bi geveze kıristıl halimle takılırkenn,Begocan hanım bu sefer başka bi konu attı ortaya kii..''yaşlılık ne,30 olsalar ne olur 40 olsalar kime ne'' şeklinde gayet gamsız haldeki kocalar da konuya dahil oldu bi anda!
Efenimm,bu bizim Bego,kimin erken kimin geç pörsiyeceğini çözebilen bi uygulama biliyomuşş..Meğer ona ünlü bi cilt doktoru göstermiş..Şööle kii...elinizin baş,orta,işaret hiç farketmez bi parmaanı alıyooo ve geriye dooru yane avuç içinizden arkaya dooru çekiyosunuz,ahh, eğer parmaanızz gayet elastik bi şekilde,hiiç acımadan arkaya doğru baya bi gidebiliyo ve dahi neredeyse kolunuza değiyosa..acill botoks neyin fiyat araştırması yapınız, çook çabuk yaşlanacak cildiniz..Amaaa, eğer parmaanız çok az arkaya doğru gidiyo,hatta gidemiyo,ve bi de acı çekiyosanız bu hareket halinde, süpersiniz, hatta Kayış gibisiniz! Neden kayış gibi demeyin, o gece beni bu yaşlılık sendromuna sokan canım arkadaşım bir de masada parmağı geriye hiç gidemeyen 2 insan olan bana ve kocası Muratti beye aha da böyle bi iltifatta bulundu.:) Ben sensin be kayış diyip yanlış anlasam da bu çok esaslı kelimeyi,meğer kayış gibi olmak güzel bişiymiş..Herkesler kayış olmak istermiş:)
Velhasıll, benim parmaam gayet sıkı,hiiç biyerlere oynayamadı kendisi,sahibini de pek mesut etti geç yaşlanıcam diye havalara girdi!..

 
Bu test ne kadar doğru bilemem ancak biz o gece masadaki 30 yaşa yakın ve bi kısım 30 üstü insan olarak pek ilgilendik,parmak jimnastiğine epey bi süre takılıp kaldık!

Konu yaştan açılınca tabii, kocaların zeka yaşı ve beden yaşının hiç ama hiç tutmadığını da buradan söyliyim istedim..
Cuma gecesi,geçen aylarda da bi kere yapılmış ve artık gelenekselleşmeye başlamış kocalar beyin ziporu gecesi nedeniyle biz de kız kıza gecesi yapmak durumunda kaldık..Hayır öyle bi enteresan ki, ayda 1 gece bizim 3 koca buluşuyo,yemek yiyo,sonra bi ev kararlaştırılıyo, o evin sahibi ve diğer 2 hanım gidiyo başka bi evde kalıyo, 3 koca evde o gece kalıp,sabahlayıp evet sabaahhaa kadar play station oynuyo..Yanlış duyulmadı..30 yaş üstü kocaman kocalar, nası bi enerji,nası bi hastalık şeklinde maç yapmacalar! Cumartesi akşamüstüne kadar abartılarak oynanan bu play station isimli kocalara göre beyin sporu bize göre tamamen beyin gerilemesi olan bu oyun bu kadar esir alır insanı...Biz yaşlanmaktı,gençleşmekti,çizgiydi,masada birbirimizi yiye duralım,bizim adamlar hala ''ben seni yendim,sen nası o golü atamadın,ahaha ben turnuvada 1.yim,hayır oolum asıl ben 1.yim'' diye didişiyolardı!


 


Erkekler mi daha saf,kadınlar daha mı hin anlayamıyorum ama...koca kazık olmamıza rağmen hala çocuk kalmak bazen güzel galiba:)

hemmm ne harikuladeeee, benim parmaam geriye de gitmiyo zaten ki:) Posted by Picasa

Salı, Ağustos 15, 2006

Kurtar bizi Kenan Evren Paşa!

Geçen hafta bastıran ve fenalık getiren sıcaklar nedeniyle haftasonu yine yazlığa gittim,deniz iyi gelir bunalmış bünye ve ficuda diye..Öyle bunalmıştım ki kocanın ''ben gelemem,işim var,bık bık bık ''tarzı söylemlerine pek aldırmadan,''peki tamam gelmiyo musun ,o zaman ben de annemlerle giderim'' dedim ve de öyle yaptım.. anne ve baba sevgi yoğunluğu içinde 3 gün geçirdim,fazlası da sıcaklar gibi bi etki yapar diye dönüverdim yurduma,kocanın yanına...

Hoş dönüp gelmemde,tam anneyle yazlığa gitmiş olmanın verdiği rahatlık,poponu yayıp yatma ve otel konforunda bi yazlık keyfi çıkarma esnasında kocanın arayıpp,özlediğini söyleme şekli olan '' hadii gelmiyo musun artık,geeel,bulaşıklar biriktii,çamaşırlar dağ oldu,masa örtüsünün kenarını yaktıımmm'' tarzı bildirilerinin etkisi olmadı değil!Mazallah, evi börtü,böcek basabilir,yangın çıkabiliiidii!

Ne diyceedim...Heh, yazlıkta tamamen kendimi daha fazla ne kadar arap kadriye formuna sokarım düşüncesi ile dünyadan uzak sadece güneş,ben ve kakao yağlarım şeklinde bir yaşam şekli kurmuş olsam da...bu dünyadan ve dünyanın çıkan çivilerinden yine de kopamadım...
Çıkan çivi derken..o kadar çok fena sorun yaşanıyor ki dünyamızda,adaletsiz bi düzen almış başını gidiyo,korkunç ölümler,ihtiraslar sonucu çıkan ve geleceği bir sis perdesi şekline sokan savaşlar,açlık,sefalet,vicdansızlık,hırsızlık,parasızlık,cinnet,cinayet...Haberleri açıp baktığımda her gün gözlerim doluyo,içim kararıyo,kendi yaşadığım hayata hem şükrediyor hem de tarifi mümkün olmayan vicdan azabı,kalp sızlaması yaşıyorum...

Ama şimdi yazacaklarım bu ciddi boyutta gelecek kaygısı yaşatan konular ile ilgili değil...

Aslında yine gelecek kaygısı içinde yazıyorum bu satırları...Savaş,terör,ve tüm acı haberlerin haricinde..magazin haberleri beni bunalıma itti,nereye gidiyo ulen bu dünya,bu insanlar dedirtiyo magazin dünyası bile,o derece!

Annem bazen haminnelik yapar,büyüklerden duyduğu ''bu dünyada zina ve bina arttıkça kıyamete daha çok yaklaşıyoruz'' der!Binalar arttıkça artıyo,zina konusunu takdire bırakıyor..ve uçankuş ekibine bağlanıyorum!

Yazlıkta; dalga sesleri, mehtabın güzelliği , hafifçe esen rüzgarın sükunetini bozan tek düşman,her gece ama her gece tv'de farklı isimlerle yayınlanan ama aynı içerikte olan magazin programları oldu..Diyeceksin izleme..Ama,anne ve baba ile 3 gün sevgi çemberinde yaşarken,arada bi canın sıkılabiliyo,tv can simidin olabiliyo..İşte o ara ve derelerde açılan tv karşısında...Sonra her sabah eve giren gazetelerin yazdıklarına baktıkça...Ben bi düşman kesildim bi kaç kadına,adama...Öyle böyle değil, sokakta görsem yemin ederim suratlarına tükürücem...
Aha da buradan kendilerini ifşa etmeye karar verdiğimdendir bu yazının amacı...Hani tanıdıkları falan belki okur şansa,aman diyim, uzak dursun bu isimler benden,öyle şiddet doluyum,korrkarım kendimden!

TELEVOLE KIRİSTIL BİLDİRİYOR..
YÜZÜNE TÜKÜRÜLECEKLER TOP 10 LİSTESİ:

1-Bu ilk numaraya oturtacağım zata bi türlü karar veremedim,eşit derecede tüküresim gelen 2 kadın var galiba..yok,yok en birinci,tiksinci buldummm..Aha açıklıyorum:
Kendisini 2 kere ya da 3 kere aralıklarla tv de görme şansım oldu, 2sinde sokakta gayet umuma açık yerlerde sevgilisi hamile olan ve aynı anda karısından yeni boşanan adamla ve evli ve çocuğu olan başka bi adamla aleni insanı sevdiği insana sarılmaktan tiksindiren görüntüler içindeydi,sanırım kapalı yerde kalma fobisi var,dışarlarda öpüşüyor ya da kavga edip dayak yiyor...Sinem Er..bişi tam anlamadım soyadını...Iyy..fena şekilde ıyyyyy yaaa...ya sev ya terket sinem,yo yo kesinlikle bu ülkeyi terket be sinem..yatacak yerin yok bence..

2-Zaten oldum olası sahte bulurdum kendisini..ama pes..bu derece hastalık halinde aldatma bağımlısı olduğunu hatta böyle insanların bu dünyada olduğuna inanmazdım..varmış..Pınar Altuğ..tedavi olsa geçer mi ?

3-Daha önce de böyle bi dönem geçirmişti,sahnede yürürken eteğini yukarı sıyıra sıyıra yürümüştü..bi teşhir merakı var arada ortaya çıkan bi hafif karakter hali..Zaman zaman bastırıp hanımefendi rolüne giriyo ama kumaş bozuk ,o yüzden kumaş arada illa ki pot yapıyo...Önce poposu gündemi meşgul etti,sonra sahnede dönerken bacaklarını yne bi gösteresi geldi,sonra yine yemiş ve dillere pelesenk olmuş kilo mevzusu başına dert olmuş haliyle Tarkan ile sahnede hoppidi hoppidi göbek attı,göbeği,poposu bi o yana bi bu yana sallanırken..Selülitleri sorulduğunda en sahte hammfendi ses tonuylaaa, hiiç ööle bi sorunum yokk,kaymak gibiyim gibi zavvallı bi beyanda bulundu..Sibel Can,yazık be ablacım sana...

4-Hüsnü Şenlendirici ile yukarıda 1 numarada yazdığım Sinem adlı kadın ile yarışır karakterde olan Manken kişisi Ece gürsel...Ünlü olup şöhret olunca erkek kendinden bekleneni yapıp sapıtıyo tabii de hamile bi karısı olan adamla ne işin olur,hadi bi işin var,sokaklarda salınma lüksüne sahip olduğu kanısına nerden kapılırsın...rezalet yakalanma görüntüleriyle klarneti çalarkenki saygın halini tamamen yitiren Hüsnü..vah sana vahlar sana...

5-Koca burnuyla karizmatik insan ama kime nerde nasıl zamparalık yapacağını şaşırmış kart zampara Kaya Çilingir kişisi...Tam bir andropoz örneği!

höyf...geriye bi dolu zavallı magazin karakteri var...ama içim kaçtı bak yine o Sinem kişisinin görüntüleri aklıma gelince...

Nereye gidiyo bu insanlar...ilişkiler böyle mi artık...ben mi çok geri kaldım...
Yok yok ,ben çok fazla magazin programları etkisinde kaldım:)

Diyerekk..postumuzu konuyla alakasız ama fıkra tadında yaşanmış bi olayla bitireyim istiyorum...
Hani şu alttaki, bekar yaşıtlarımızın kolay sevgili bulamayacağı konulu yazdığım posttan sonra geçen hafta çok sevdiğim canım Esrucan ve ablası ablacımm ve 15 senedir görmediğim ablacığın 2 lise arkadaşı ile buluştum..Süper güzel bi akşam yemeğinde bu 2 bekar(boşanmış)ve 2 evli canım cağızlarımla konuşurken,konu yine bi yerden sonra kadın-erkek ilişkilerine geldi..Ve, hakikaten şu anda bekar ve yaşı 30 civarı olan hemcinslerimin kafasına göre bir erkek arkadaş bulmasının ne kadar zor olduğuna bir kez daha emin olduk..Mesela bu bekar tatlı ablalardan biri bi örnek verdi ki..güldük üzülesi bu hale..
Şöyleki; ''ben artık sevgili adaylarının otururken ayakları yere basıyo mu kriterinin dışında bir de Kenan Evren sorusuna verdiği cevap ile bir kriter oluşturuyorum'' dedi bu tatlı abla..Nasıl yani??? dedik tabi biz..E dedi, ''artık yaşı 20 olan adam bile gayet koca adam gibi gözükebiliyo,ama onun yaşını tam anlamak için bi teste tabi tutmak gerekiyo''..bu test fikri de bi gün kuaförde, kuaför çırakları ile olan bir şaşa kalması durumunda gelmiş aklına bu ablacığın..Fönü çekilirken, 2 tane gayet iri kıyım delikanlı kardeşlerimiz hararetli hararetli futbol tartışması yapıyolarmış,Mustafa Denizli,Fatih Terim gibi teknik direktörlerden bahsedip,en iyi kim sorusuna cevap arıyorlarmış..O arada bizim abla heyecanlanıp konuya dahil olmak adına,''aa bence Türkiye'ye gelmiş geçmiş en başarılı en baba teknik direktör Jupp Derwall dir'' demiş...Çocuklar şöyle bi bakmış,bizim abla duymadı sanmış arkadaşlar, bi daha söylemiş ''derwall derwaall ''demiş..Yok.. çocukların suratta ifade yokk...Ablacık korkuyla sormuş,''siz Derwall'i hatırlamıyo musunuz yoksa???'' Çocuklar ''yooo,kim ki o??'' diye cevap vermiş! Abla bunun üzerinee, nerden geldiyse aklına hemen soruvermiş ''e siz Kenan Evren 'i de tanımazsınız o zaman'' ...Bu iri kıyım delikanlılardan biri hemen atılmış,'' yoo tanırızz..Ressam diil mi ki!!'' :))

Sonuç olarak,ablacığın bundan sonra sevgili adayına yaş testi yapmak için ilk sorduğu soru Kenan Evren kimdir olmaya başlamış! Ressam cevabını veren adaylarr, top oynayıp acıksınlar diye kendi hallerinde bırakılmış tabi ki:)

Son noktadaaa diyeceğim şudur ki..
Kenan Evren resim sanatını icra etmez ve Türkiye'nin siyasi tarihindeki dönüm noktalarından olan bi dönemin başkahramanlarından olurken..eskiden..çok eskiden...Bu kadar çok Sinem..bu kadar çok Kaya ortalıkta galiba yoktu...Varsa bile, ''ayıp'' kesinlikle bilinen bi kavramdı...
taş yaaağcakk başımıza taaaş!:)şemsiyeler de korumaz ki bizi!

Salı, Ağustos 08, 2006

haydi güzelim,şeker ezelimm bu senee de bekar gezelim!

Sevmeyi çok sevmemden midir, öyle olması gerektiğinden midir bilinmez..çocukken,gençken,büyürken ..yani genelde her dönem, sevgilim vardı benim.
Sevgilim yoksa resmi olarak, o zamanlar da mesela okula ya da işe gitmek için bahane ve heyecan olacak insanlar oldu...

Çok sevdim,sevildim,mutlu oldum genelde , yapay acılar çektirdim kendime bazen,akranlarım gerçekten acı çekerken aşk yüzünden..Hee, gerçekten üzen olmadı mı,oldu tabi, melankolik takılmama sebep o dönemler..

Ama diyeceğim şu ki, süper güzel bi kız değildim,hatta bazı dönemler resimlere bakıyorum,o ergenlik döneminde nasıl yaşayabilmişim o tipimle diye, o derece vahim bi görüntüm olmuş bi dönem(amerikan kesim kısacık ama yine de şekilsiz saçlar,sivilcelerin savaş açtığı bir cilt,kırmızı yuvarlak miyop gözlüklerim vs vs)..Fakat en heyecanlı ve aşık oldum sandığım zamanlar o dönemlerde gerçekleşmiş...O en ergen dönemimdeki tipimle bile aşk mektupları almamı şeytan tüyü olma ihtimaline bağlayarak asıl konuma geçiyorum...

Geçen hafta evlilik kurumunu sorguladığım günler geçirdim..Gerek benim gerek çok sevdiğim arkadaşlarımın yaşadıkları ile ilgili düşünerek...Erkeklerin hepsinin, evet hepsinin çok basit bi mantık ve düz bi hayat felsefesiyle yaşadıklarına, kadınların ise erkeklerin ne kadar ortalama bi zeka düzeyi olduğunu bilmelerine rağmen, hayatı kendi kendilerine zor hale getirdikleri kanaatine vardım sonra...Mesela ben biliyorum ki telefon çaldığında bizim evde, koca; telefonun dibinde olmasına rağmen,o telefonu kendisi açmayıp benim açmamı bekleyecek...Üşenmek de,alışkanlık de,ne dersen de..koca evde yapması gereken tek hareketin tv karşısında yatar pozisyon alıp,zahmet olmazsa kumandaya sağ elinin baş parmağı ile basmak suretiyle hakim olmak olduğunu düşünür...Bunu biliyosun di mi , telefon çalınca,adamın açmasını beklemek,açmayıp kendin açınca sinir olmak,telefonu kapatınca adama çemkirmek niye mesela!Biz kadınlar o kadar akıllı olmamıza rağmen,çoğumuz konu sevgili ya da kocalarımız olunca tamamen aklı rafa kaldırıp,adamları değiştireceğimize inanmışız,bu; ilişki 6 aylıkken de 30 yıllıkken de böyle..Hep bi umut var içimizde,belki bu sefer farklı tepki verir adam diye:)

Neyse işte, biz böyle adamların değişeceğine inana duralım...Onlar değişmek ,seneler geçtikçe olgunlaşmak,olumlu bir hal almak şöyle dursun, yeni yetme ergen hallerine doğru yol alırlar...Bir nevi,yaş büyürken,zekanın küçülmesi diyelim...Acı gerçek de böyle ortaya çıkar, bi bakarsın 40lı yaşlara gelmiş bi abi en ergen gençle aşık atacak kadar yeni maceralara girme hevesindedir...Yazık diyip geçmeliyiz tabi bu erkek denen cins için..Malesef ne kadar ortalama zekaya sahip olsalar da, en akıllı kadınların da bağlanacağı bir erkek vardır ve hayat kadınlar için hep bu basit zekalı erkekleri anlamaya çalışmakla geçer...Erkekler ise anlamaya bile çalışmaz kadınlarını,sorun da buradan çıkar belki!

Evli barklı bi insan olarak,geçen hafta böyle evlilik ve ne acayip bu erkekler isimli konu başlığına takılmışken..bekar bi arkadaşımla buluştum...Ve günümüzde,bekar insanın işinin çok daha zor olduğuna inandım..
Hani benim hiç sevgili problemim olmadı ya,hep bi sevgilim vardı ya..Evlendim sonra en bi sevgiliyle ya..Kolaysa şu yaşımda,şu dönemde bekar ol ve sevgilin de olmasın ..gör bakalım eskiden olduğu gibi kolay mı aşk hayatı!

Oysa,itiraf etmem gerekirse..bazen özeniyodum,eski günleri düşünüp,bekar olmanın züper eğlenceli ve başına buyruk hallerini hatırlayıp gülüyodum...Ama,şöyle bi gerçeği göz ardı ediyomuşum...

O eski günlerde ben bekarken,herkes bekardı..İstisnalar hariç..yaşıtlarım kızlar,yaşıtlarım ve yaşıtıma yakın erkekler...Kolaydı tabi,gönlüne göre birini bulup,hoşlaşmak,sevmek..Bi arkadaş ortamında,okulda,iş ortamında,yeni başladığın bi kursta falan tanışırdın kendin gibi di dolu bekar insanla...
Ama şimdi öyle mi ya..o kendin gibi bekarlar,kendin gibi evli oldu işte sırayla...Şimdi moda, evlenmeyi de geçtim,çocuk sahibi olmak artık akranlarımız arasında...
İşte böyle bi modaya sahipken yaşıtların bu dönemde..bekar olmak,gerçekten zormuş arkadaş..Doğru düzgün adamla tanışma şansı zaten düşükken,hele böyle bi dönemde artık oran neredeyse sıfırın altına düşmüş..Eh, bu durumda ilişkiler cıvımış,o eski lale devri çocukları ve güzel anıları gerçekten sadece anı olmuş...Ya cibiliyetsiz bekar erkek yaşıtların kalmış geride ,ya daha küçük yaşta henüz cin olmamış,iyi niyetli,düzgün ama yeni yetme arkadaşlar ya da malesef evli erkekler çıkmış bu bekar akran kızların kısmetine...

İlişkiler şöyle bi hal almış..Mesela sen bu kadar düşük bi hedef kitle içinden şansa, bekar ve düzgün olduğuna inandığın yaşıtın ya da yaşına yakın biri ile tanıştın,tanıştırıldın..Buluştunuz da teke tek olarak...Bi yemek yendi,bi yakınlaşma oldu o yemekte..Sonra erkek arkadaş, seni bıraktı eve o gece..Ama ertesi gün kazara bişi oldu,adamın tatile gitmesi gerekti,ya da kızın iş seyahati..Hani normalde eskiden olsaydı,hoşlandığın adamla o gece heyecanla yemeğe gidip döndükten sonra,sabah sabah eder,ya adam seni arar,ya sen telefon açarsın falan ya,ve ilişki yüksek ihtimal başlar ya..İşte malesef şimdi, o yemekten sonra kimse kimseyi aramayabiliyo,15 gün öyle o yemek hiç olmamış gibi geçebiliyo,sonra hasbel kader bi şekilde 15 gün sonra yine görüşürsen arada hiç iletişim kurmasan da, eğer yine bi elektrik varsa hala o arkadaşla,kaldığın yerden el ele tutuşma,göz göze bakışma devam ediyo,belki sonra şansın varsa eski zamanların seviyeli ilişkisine yakın bişiler başlayabiliyo, yok eğer o 15 gün önceki elektriği yakalayamadıysanız,sanki hiiiiç bişi olmamış gibi arkadaşça bi durum oluşup,gayet soğuk hayat devam ediyo...

Böyle karışık,cins bi hal almış günümüz sevgili olma öncesi ilişkileri..yani flört etmenin bile heyecanı,keyfi kalmamış profesyonel iş hayatında olan günümüz abi ve ablaları arasında...

Eh böyle bir durumda, şaşırmamalı bazı bekar,genç kızların,evli adamlara aşık olmasına...Ortalıkta düzgün adam olsa,kalır mı ki bu kızceğizler senin,benim,onun kocasına!

Bekarlığın sultanlık olup olmadığı tartışıla dursun,dışı seni içi beni yaksa da, evli olmak yine de güzel diyerek,kalbi aşk diye çarpan tüm bekar güzel insanlar için hayırlı kısmetler dileyerek çikolata renkli şarkıcımızdan bekar gezelim şarkısını çalmayı reddediyor,havanız nası olursa olsun sizin havanız güzel olsun diyorum:)

geçen haftanın şarkısı olarak ismail y.k nın güzide eserini ilan etmeyi de unutmuyorum...
Eser: Allah Belanı versin
hedef kitle: tüm can sıkan nefes alıp veren organizmalar..

Salı, Ağustos 01, 2006

fil hırsızı!



kapımın önüne süs olsun diye koyduğum kurbağa zamazingosunu yürüten şahıs, o kurbağa zamazingosunun yerine yeni aldığım fil biblomsusunu da yürüten şahıs ile aynı mıdır??
aynı ise eğer..bugün yine yeni bi fil şeysi aldım..onu da götürürse evinde bi koleksiyona sahip olur sanırsam..
şahsen bu hırsızı çok merak etmekte olup,yeni aldığım file elektrünk vermeyi düşünüyorum,ya da file dokunduğu anda ötecek bi alarm bağlamayı..
tamam çok değerli bişi diil o çaldıkları pahaca..ama bu bi hastalık olmalı yaa..o çalmaktan usanmadı,ben de yenisini almaktan..bakalım ne kadar sürecek bu hırsızın sabrı:)

Salı, Temmuz 18, 2006

ve kıristıl vileda ile tanışır!

 
Hayatımın en temizlik dolu günlerini yaşıyorum..Nitekim hayatımda ilk defa vileda kullanmam ve hiç sevmemem de bu günlere denk gelmekte..
En baştan söylemek isterim ki yazlık eşittir vileda demekse..ben yokum arkadaş..Her sabah,her akşam temizlik yapılır mı..buna can dayanır mı..buna tatil denir mi!

Beni epey yoran bu yazlık macerası zaten taa 15 gün önceden eve alışveriş yapma derdiyle başlamıştı,tamam genel olarak alınacaklar alındı,annemle bi güzel halletik yazlık eşyasını e hadi şimdi hep beraber taşıyalım bunları,yerleşelim annemle dedik..Ama diyemezdik,çünkü kendileri babamla tamamen bir post konusu olacak gemi seyahatlerine çıkmış bulundular tam yazlığa yerleşeceğimiz hafta..Dolayısıyla tüm iş,evin tek çocuğu,iş bitirici insan Kıristıl'a kaldııı..Kıristıl da bi yere kadar bitirirdi işi,aldı Fatma Ablasını yanına..kocayı bile yanına katmadan,perşembe sabahı yola çıktı.Ama ne çıkışş!
Ikeadan ve bilimum yerlerden alınan epey bi eşya daha önceden gönderilmişti yazlığa,başka bir evin içinde bizi bekliyordu yerleştirelim diye..Fakat yeni bi ev kuruyosun,bunun eksiği bitmez ki..3 kapılı bi dolap bulmuştum eşyalar 2 posta gönderildikten sonra,tamam bu nası olsa suntalarıyla demonte ben taşırım arabamla dedim..Eşek ölüsü gibi 2 koca karton kutuyu yükledik arabaya..Sonra balkona alınan oturma grubu ayrı,bi de bahçeye lazım dedik, indirime girmiş 4 kişilik masa,şemsiye ve koltuktan oluşan takımı da aldık,onu da zor bela yerleştirdik mi arabaya..Sonra 2 tane şezlong yetmez,haftasonu Müjdikcanlar gelecek, 2 tane daha şezlong alalım dedik,onları da aldık,aralara sokuşturduk mu 2 şezlongu da arabaya..Eh bunca eşyaya rağmen hala yer vardı azıcık,neler girmedi ki benim arabanın arkasına,arka koltukları da yatırdık,araba Çarşamba gecesi koca ve benim kollektif çalışmam sonucunda oldu mu sana bi küçük kamyon!Ön koltuğa uzanan dolabın suntalarının olduğu karton kutulardan sıyrılıp girebilecek bir tek Fatma Abla olabilirdi,35 kglık endamıyla,koca 100 kg üzeri haliyle asla oraya sığamazdı,biz gidelim önden,evi temizleyelim,yerleşelim,cuma akşamı gelirdi nasıl olsa Müjdikcanlarla dedik..
Vee,perşembe sabahı resimde görülen halimizle yola koyulduk,ön koltuğa sıkışan Fatma Ablaylaa!Buradan, taşımacılık sektörüne girmek isteyenlere müjde,hiç ööle kamyona falan gerek yok,benim araba türü bi tane araba ile epey bi yük taşınıyo test ettim,hadi iyisiniz girişimci kardeşlerim:)

3 saatlik yolculuğumuzdan sonra,baştan aşağı yenilenen ve ilk defa yeni halini göreceğim yazlığa heyecanla vardık,ustayı aramış,zaten 15 günlük bi gecikme ile sürdürdüğü inşaatın bittiği haberini alarak yola çıkmıştık..Ama nerdee..Eve vardığımızda,her odada bir usta,bir çırak serpilmiş şekilde çalışma devam ediyodu..Tamam ev kabasıyla bitmiş ama,biz inşaat temizliği yapmaya gitmemiştik ki!O iş çoktan bitmiş olmalı ,biz de yerleşmeye başlamalıydık,ince temizlikle..
Neyse,ben olabildiimce sakin kalmaya çalışarak,gece 12ye kadar evin içinde süregelen telaşlı çalışmaları ile ustalara gereken ilgiyi gösterdim,yemedim,yedirdim falan filan..Fatma Abla temizliği başladı ama bi usta gidip,bir diğeri gelince,temizlik pek bişiye benzemedi..Gece yarısı işlerin çoğu bitip,ustalar artık evimizi terk ettiğinde,tamam dedi Fatma Abla,şimdi başlıyoruz asıl temizlik ve yerleşmeye dedim..Ama nerde..bu sefer de saat 1 de elektrikler kesildi..Bekle bekle..gelmez elektrik,daha yatakları bile yapamamışız..Dedim Fatma Abla,ben kıvrılıyorum koltuğa sen de gel..Yok kızım,benim için rahat etmez dedi..Aldı eline mumu,devam etti temizliğe,yorulur gelir yanıma diye düşünürken uyuya kalmışım yorgunlukla..Cuma sabahı gözümü açtığımda,Fatma Abla hala temizlik yapıo,ve elektrikler hala bize şakasını devam ettiriyodu..Fedakar insan Fatma Abla, cuma akşamı ben onu otobüse bindirene kadar da devam etti temizliğe..hiç uyumadan!
Cuma günü de ,tam gaz,elektrikçisinden,pimapencisine,mobilyacısından su tesisatçısına kadar türlü konuklarımızla gayet faal çalışmalarımız oldu...Neticesinde akşam üzeri 17.30 sularında hem evin genel yerleşmesi falan bitmiş,hem de Fatma Ablamın pili tükenmişti!Benim pilim? Asla bitemezdi,daha akşama koca ve has arkadaşı Muratti ve benim has arkadaşım Müjdikcan gelecekti...
Ben 2 koca gün geçirmeme rağmen,sadece sigara molalarımda seyrettiğim denize yine bi bakış atarak,evin son kalan düzenlemelerini,süsleme çalışmalarını halletim..
Sonra evin banyosunu kullanıma açarak,duşun çalışmasını denedim..Ve son mumları balkona koyduğumda,kapı çaldı,koca ve Müjdikcanların eve olan tezahüratlarını mutlulukla dinledim..O kadar yorulduk ama değdi diyerek,verandaya çıktık..gece geç saatlere kadar oturduk,oturduukk...


 

Soonraa,sabah oldu..cumartesi sabahı..Köy ekmeği alındı,denize karşı güzel bi kahvaltı,kahve keyfi ve arada yine 1-2 usta ağırlamamızla, denize koşmamız bir oldu...Deniz gibisi yok arkadaş..Hele sırt üstü denize uzanıp,sadece denizin sesini dinlemek..terapik bişi dedi valla Müjdikcan..
Bu arada,cumartesi de temizliğe devam ettiğimisi eklemek isterim şu an..Canım cicim güzel annem,ferah olsun,güzel olsun mantığıyla evin herr bi yerini apaçık bi renk taş yaptıından ötürü,yere ufacık bişi dökülse gözüktüğünden,ve gür saç ve ficut kıllarıyla kıskandıran bi kocam olduundan..yerler yine cumartesi sabahı bi süpürüldü..Yazlık demek temizlik demek,sürekli çalışmak,tatili ucundan yaşamak demişti biri..kim hatırlamıyorum..Buradan bu acı sözün doğruluğuna şapka çıkarıyorum..

Neyse efenim,deniz faslımızdan sonra..Günlerdir hayalini kurduğumuz mangal sefasına koyulduk..Sağolsun Müjdikcanlar,ev hediyesi olarak pek şık bööle nası anlatiim koccaman,tekerlekli bi mangal şeysi almışlar..Ama tabi onu kullanmayı bilen kişilere daha çok yakışır bu profesyonel mangal..Nitekim o mangalla beraber,gelmeden yaptıkları alışverişte, koca ve Muratti bey, mangalla alakalı ne varsa toplamışlar ki bir adet alet beni benden almıştı gördüğümde..Mangalı yakarken hani gazeteyle yellersin,daha da teknolocik olmak için ne biliim fön makinası tutarsın ya..işte bööle yandan çevirmeli hava üfleyen,tabanca gibi bi alet..mangalı yellemeye yarıyo..Onu bile almışlar..Ama bu durum tüm sitedeki herkesin en nuhnebiden kalma yöntemlerle en eski mangallarını hazırlayıp,yakıp,etleri veya balıkları hazır hale getirirken,koca bey ve Muratti beyin o tır tır tır aletiyle mangalı yakmaya çalışması sonucunda mangalı yakamaması,hatta en sonunda o aletin kırılması ile vuku buldu!Pilav ile salatayı yapın ne duruyosunuz ,mangal 3 dakikalık iş diyen kocalar da caanım Müjdikcanımın hazırladıı salata ve pilavın güzelliğine bakıp hala beceremedikleri mangal olayına daha bi hırsla eğildiler..Nitekim, akşam saat 7de başlayan mangal yakma olayı 9 da tamamlandı ama kocalar yorgun düştü,Efe rakının bile keyfine tam olarak varamadı! Demek ki neymiş,her piknikte,kendin pişir kendin yecide mangal yaparken,hazır yanan mangalın keyfini sürmek ile böyle sıfırdan mangala başlamak aynı şey diilmiş:)
Bu arada atladığım bişi oldu! Koca cumartesi sabahı,dakka bir gol bir şeklinde,çimlerde yalınayak yeni alınan masa takımını kurarken,bir arı kardeşin üzerine basma gafletinde bulunmuş ki arı da naapsın o kadar ağırlık üzerine binince iğnesini çıkarmış hatta sokmuş kocanın tabanına..ama tam da becerememiş..Koca iğneyi atmış ayağığından,fakat yine de ufak çapta bi arı sokması yaşadık oracıkta..Bu durum cumartesinden beri kocanın mızmızlanmasına,zaten minimum hareket ile yaşarken,iyice hareketsiz yaşamaya çalışmasına sebep oldu valla!

Pazar gününü de tatil ve deniz şeklinde geçirdikten sonra..Müjdikcanları akşamüzeri yolculadıkk..Ve kocayla başbaşa kaldık..Sanılmasın ki romantik bi gece geçirdik..Gayet temizlik dolu bi akşam oldu pazar akşamı da..Pazartesi toplantım var,dönelim diye tutturan bi kocam olduundan...
E evin açılışını ben yaptım,ama daha anne ve baba evi görmediğinden, evi temiz bırakmak lazımdı..Zati titizlik hastalığı olan bir anneye sahip olduğumdan, kendisinin vereceği tepkileri dinleyeceğime uykusuz kalırım daha iyi diyerek..Çamaşır yıkama,asma,evi silme süpürme işlemlerine kaldıımız yerden,kocanın da katkılarıyla devam ettik pazar gecesi ve pazartesi sabahı..
İşte bu sırada, vileda ile tanışmış oldum..Hiç sevmedim kendisini..Bizim aldıımız gerçek marka vileda olmadıından mıdır,yoksa tüm bu cins şeyler böyle midir bilemiyorum ama..Tüm evi süpürüp ondan sonra vileda yapsak da..Yerde 2 adet saç kalmışsa,onu bile almadıını,almayı bırak o yerden alıp biraz öteye yapıştırdıına şahit oldum bu terbiyesiz viledanın!

Kendisine küsüm..Yeni bi yardımcı bakıyorum,arkamdan vurmicek,gözüm arkada kalmadan temizliği yapıp,yazlığı kapatıp,anneme tertemiz bi ev bırakacak yardımcı..Hatta sanırım bu Vileda cinsi bişi diil,benim cinsimden biri olacak..Yazlıkta temizliğe biri lazım arkadaş..Yoksa tatil bence zor ya!

dipçik not: viledalı veya viledasız..bu kadar yorulmanın acısını çıkarmak için ben bu haftasonu yine gidiyorum..bu sefer annem pek olaylı gemi tatilinden dönmüş olacak,onu önceden gönderiyorum,gidince bari temizliğe dahil olmiim diye:) Posted by Picasa